Birisi diyordu ki: ben kendime
karşı önyargısızım çocukluğumdan beri: bu yüzden her azarda biraz hakikat ve her övgüde biraz aptallık buluyorum. Övgüyü genellikle hafife alıyor ve azarı da abartıyorum.
Türk kaderciliğinin temel yanlışı, insanları ve kaderi birbirinden ayrı iki şey olarak karşı karşıya koymasıdır: insan kadere karşı koyabilir, onu bozmaya çalışabilir, ama sonunda kazanan hep kader olacaktır, der bu kadercilik: bu yüzden boyun eğmek ya da gelişigüzel yaşamaktır en akıllıcası, diye düşünülür. Hakikatte ise her insan kaderin bir parçasıdır; kadere belirtilen
biçimde karşı koyduğunu düşünüyorsa, bunda da kader tecelli etmektedir; savaşım vermek bir kuruntudur, ama kadere boyun eğmek de öyle; tüın bu kuruntular kadere dahildir.
- Çoğu kişinin istencin özgür olınayışı öğretisinden duyduğu korku, Türk kaderciliğinden duyulan korkudur: insanın, hiçbir şeyi değiştirmek elinde olınadığı için, geleceğin karşısında zayıf, boyun eğmiş ve ellerini önüne kavuşturmuş bir biçimde duracağını düşünürler: ya da, bir defa belirlenmiş
olan daha da kötü olamayacağına göre, tam dengesizliğinin dizginlerini bırakacaktır. İnsanın aptallıkları da, akıllılıkları gibi, kaderin bir parçasıdır: kadere inanmaktan duyulan korku da kaderdir. Bizzat sensin, zavallı korkak, olacak olan her şey hakkında tanrıların da üzerinde hüküm süren, yenilmez Moira; sensin hayır ya da lanet ve her halükarda en güçlünün bağlandığı zincir; tüm insanlığın geleceği sende belirlenmiştir önceden, bir yararı olmaz sana, kendi kendinden korkmanın.
Vicdanımızın içeriği, çocukluk yıllarımızda saygı duyduğumuz ya da korktuğumuz kişiler tarafından bizden düzenli olarak ve nedensizce istenen her şeydir.
"Çok kolay hor görürüm, ama asla nefret etmem. Her insanda hemen saygı duyulması gereken bir yön bulur ve bu yüzden o insana saygı duyarım; sözümona sevimli özellikler beni pek çekmezler."