Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

SAKINCALI PIYADE

SAKINCALI PIYADE
@SakincaliPiyade
Sisin içinde inceden inceye ciseleyen yağmura yemin olsun Çok sevmelerin ne adamı var ne kadını Göğsümde bir boşluk derme çatma şimdi herşey Dökülüyorum...
138 okur puanı
Temmuz 2017 tarihinde katıldı
Avusturya’nın yıkılması, tam yetmiş yıl havadan para alan dedemin dedesini bu gelirden yoksun bırakmış. Cumhuriyet devrinde ise, emeklilik maaşı rom şişesiyle tütün paketini enikonu küçültmüş. Hoş, dedemin dedesi yine de her yıl gözü dönmüşlerin sopasını yemiş ya, çünkü yetmiş yaşında da olsa ne romdan vazgeçebilmiş, ne de tütünden. Derken, bin dokuz yüz otuz beş yılında taş işçilerine tafralandığı bir gün, öyle bir dayak yemiş ki, ölmek zorunda kalmış
Reklam
Babamın elinden gelmeyen iş yoktu, çünkü otuzsekiz yaşında emekliye ayrılmıştı. Daha yirmi yaşındayken lokomotif makinisti olmuş, lokomotif makinistlerinde hizmet yılları ikişer ikişer sayıldığı için çok geçmeden işine yarayacak bütün yıllar bir araya gelmişti, ne var ki, babamın şu yeryüzünde haydi haydi yirmi, otuz yıl daha yaşayabileceğini düşünen hemşerileri, bu akıllarına geldikçe, kıskançlıktan zıvanadan çıkacak gibi oluyorlardı. Üstelik babam, işe gitmek zorunda olanların hepsinden daha erken kalkardı yataktan... Bütün çevrede ne bulursa toplardı, cıvatalar, nallar, genel çöplükte işe yaramaz ne varsa, yedek parçası, şusu busu, hepsini eve sundurmaya ya da damın üzerine yığardı. Hani eskici dükkânından ayırdedilemezdi bizim ev. Mobilyasını artık kullanmayan biri mi var, babam alıp eve getirirdi hemen, sonunda bir de baktık ki, evde topu topu üç kişi olmamıza karşın, tam elli sandalye, yedi masa, dokuz kanape, bir yığın da sandık, leğen ve güğüm yığılmış üstüste
Düşen uçağı göreyim diye bisikletime atlamış, kazadan yarım saat sonra yola koyulmuştum. Bir de ne göreyim, bizim hemşeriler ele ne ganimet geçirmişlerse küçük arabalarına yükleyip götürüyorlar. Ne olacaktı götüreceklerdi de sanki, anlayan beri gelsin. Hoş, ben döküntü haline girmiş uçağı görmek için bisikletle yoluma devam ettim ya... Açgözlü insanlardan oldum bittim hoşlanmamışımdır, ne hoşlanayım, böyle eski püskü şeyleri, bilmem ne parçalarını söküp toplamak

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Şu kırkbeş yılında, Almanlar bizim kent üzerindeki hava hakimiyetini elden kaçırdılar artık. Bütün bölge, bütün ülke üzerindeki hava hakimiyeti hele şöyle dursun. Alçak uçuş yapan uçaklar trafiği öylesine bir karışıklığa boğmuşlardı ki, sabah trenleri öğleyin, öğle trenleri akşamüstü, akşam trenleri de geceleri geçiyordu. Kimi zaman bir trenin öğleden sonra tam vaktinde geldiği de oluyordu, hem de dakkası dakkasına, ama bu kuşluk vaktinin dört saat gecikmiş posta treniydi aslında da ondan
Kadınları, varlığı (esse), algılanan-varlık (percipi) olan sembolik nesneler halinde oluşturan eril tahakküm, onları daimi bir bedensel güvensizlik, hatta sembolik bağımlılık halinde tutmak gibi bir etkiye sahiptir: her şeyden önce başkalarının bakışı tarafından var edilir ve o bakış için var olurlar, yani sıcakkanlı, çekici ve el altındaki nesneler olarak. Onlardan “kadınsı”, yani güler yüzlü, sempatik, dikkatli, itaatkâr, ağırbaşlı, ölçülü olmaları beklenir, hatta kendi kendilerini geri plana atmaları. “Dişilik” olarak isimlendirilen, gerçek ya da hayali eril beklentilere bir tür boyun eğmeden başka bir şey değildir çoklukla, özellikle de ego’nun büyütülmesi konusunda. Sonuç olarak, başkalarının (ve sadece erkeklerin de değil) bakışına yönelik bağımlılık ilişkisi, varoluşlarının yapıtaşı haline gelmeye başlar. Sürekli olarak başkalarının bakışı altında olmaları nedeniyle, zincirlenmiş oldukları gerçek bedenle, yaklaşmak için bitmek bilmeyen bir çaba harcadıkları ideal beden arasındaki uçurumu durmadan deneyimlemeye mahkûmdurlar. Kendilerini oluşturmak için başkasının bakışına ihtiyaç duydukları için, kendi pratiklerinde sürekli olarak bedensel görünümlerine, bedenlerini taşıma ve sunum biçimlerine ne kadar paha biçileceğini sezme çabasıyla yönlendirilirler.
Reklam
Edip Cansever
Bazen de bir yerde kuşlar vardır Ne uçmak, ne görünmek için Bir karanfil pencereyi deler Bir kapı kendiliğinden kapanır İstesek sevişirdik, ama olmadı Biz değil yaşayan acılardır.  
Önemli bir fikir veriminin derhal geniş ve derin bir etki yaratabilmesi için, eser sahibinin kişisel hayatıyla çağdaş kuşağın genel kaderi arasında gizli bir yakınlık, hatta bir uyum bulunmalıdır. İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu.
Erasmus Darwin şöyle der: “Kadınlar delilerin arkasında koşarlar, zehirli hayvanlardan kaçar gibi kaçarlar bilgelerden. Akıllıdır, dürüsttür, özverilidir, paylaşımcıdır, sevecendir, üretkendir ve yaşama sıkı sıkıya bağlıdır; ancak kadınlar bu tür bilinçli ve özverili erkekleri seçme eğiliminde değillerdir. Neden akılı, dürüst, özverili, paylaşımcı, sevecen, üretken ve yaşama sıkı sıkı bağlı bilinçli erkekler kadınların eşeysel seçilim alanı içerisine girmez de; bencil, şiddet eğilimli bireyciler seçilim alanı içine girer. Ne oluyor da kadın, bencil ve şiddet eğilimli erkeği seçiyor...
undefined
Küçük evin önüne geldiğinde, boğazına koca bir düğüm oturdu. Köpek ona doğru koştu, babası eşikte belirdi. Kızını görmek onu şaşırtmadı. Onu karşıladı, öpmedi -onu hiç öpmezdi- elinden çantasını aldı. Bir odaya götürdü. Saçlarına ak düşmüştü. Elizabeth onu, başka türlü anımsamamakla birlikte, yaşlanmış buldu. Onları görmeye gelmeyeli ne kadar olmuştu?
Eve döndü. Paketleri açtı, yeni giysilerini denedi. Tanınmayacak kadar değişmişti. Kendini çok uzun boylu ve çok soluk buldu. Makyaj yapmamıştı ve bacakları -çorap almayı unutmuştu- çiğ duruyordu. Dudaklarına ruj sürdü, elmacık kemiklerini rujuyla hafifçe boyadı. Çıplak omuzlarına düşen bir saç perçemini tuttu. Saçları biçimsizdi, sönüktü, tepesinde dümdüz, boynu hizasında da düzensizdi. Kestirmesi gerekirdi. Saçlarını bir eliyle kaldırdı, sustalısını aldı ve aynanın önüne geldi. Emniyetini açtı ve sustasına bastı. Bıçak şak diye açıldı. Bu hareketi, kirpiklerini kırpıştırarak birçok kez yineledi. Olmuyordu. Uzaklaştı, sonra yaklaştı, aksayan bir ayrıntı vardı. Birden soyundu ve çakıyla oynamayı sürdürerek eski giysilerini giydi. Böyle daha iyiydi. Gülümsedi, kendinden hoşnuttu.
Reklam
Girdiği mağazaların hepsinde bütün kazaklar dekolteydi, ilkbahar modası, dekolte giysilerden oluşuyordu. Giyip denemek zorunda kalacaktı. Siyah bir kazağı, üstüne pat diye geçirerek, dar kabinin aynasına baktı. Sıcak gelmişti, ama dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu. Önden ve arkadan V şeklinde açılmış yaka, ensesini, boynunu ve köprücük kemiklerini ortaya çıkarıyordu. Elini boğazına götürdü ve ürperdi. Kendini hiç böyle görmemişti. Teni çok beyazdı. Yumuşak mıydı? Dokundu. Yumuşak sayılırdı, çok beyaz ama yumuşak. Dışarıda, satıcı kız sabırsızlanıyordu. Elizabeth, kazağı çıkarıp giyindi. Kazağı, satıcı kıza uzattı, satın aldığını söyledi. Borcunu ödedi ve çıktı, çok heyecanlanmıştı. Sonunda bir şeyler olmaya başlıyordu
  Her gün Thomas’ın güllerini inceliyordu. Açmışlardı, ama hâlâ solmamışlardı. Bir sabah boyunları düşmeye başladı. Claire saplarının ucunu kesmeye karar veremiyordu. Sonunda muayenehanesinden makası almaya gitti. Bunlar Thomas’ın çiçekleriydi. Böylece solup gitmelerine izin veremezdi. On iki sapın her birini özenle budadı
Sıkıyönetimde görülen davalara cezaevinde çeşitli adlar verilmişti, örneğin «Şafakçılar», Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi sanıklarının ortak adıydı. Dev-Genç dava-sında ise, her sol kesimin başka adı vardı. Deniz Gezmiş'in siyasal eylemlerini benimsemiş olanlara da «Bahriyeliler» denirdi. Bir de «doktorcular» vardı. Doktorcular, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın görüşlerini benimseyenlerdi. Bunlara, bir ikinci ad daha bulundu. «Jivago grubu». Jivago adı, ünlü Sovyet yazarı Pasternak'ın romanından alınmıştı. Dr. Hik-met Kıvılcımlı'nın görüşlerinden yana olanlara «Dr. Jiva-gocular» da denilirdi. «Cepheciler», Mahir Cayan ve arkadaşlarından yana olanların adıydı. Şafakçılarla, Doktorcular, birbirlerine iyice karşıydı-lar. Bahriyeliler ile Cepheciler de, pek birbirlerini tutmaz-dı. Bir de «Mihriciler» vardı. Mihrici, Mihri Belli'nin siyasal doğrultusunu uygun bulanlardı. Bunlara, cezaevinde bir ad daha bulundu: «Mihriban grubu». «Mihriban sultana âşık yedi genç...» Bu adla nitelenenlere, bu şiir'den dizeler okunarak sataşırlardı. Bir de tekerleme bulunmuştu: «Mihriban grubunun baş ağrısı migren, ilâcı migri-fen.»
Koğuşta dört kişiyiz. Alacakaptan, ben, bizler siyasal tutukluyuz, iki tane de adî suç mahkûmu var. Birinin adı «idamlık Süleyman», ötekinin Remzi Öztürk. «idamlık Süleyman», bir adam öldürmüş ve öldürdüğü adamın kanını içmiş. Bir söylentiye göre. cinayeti dayısı işlemiş. Süleyman üzerine almış. «Kastamonu Canavarı» diye anılmış bir süre. Neyse, sonunda idama mahkûm olmuş. Kararı, Mecliste. Okuma yazma bilmezdi. Fakat her gün gazetelere ilk koşan oydu. — Tasdik var mı? Remzi'nin suçları büyük. Onbeş yirmi kişiyi öldürmekten yargılanıyordu. Tren soymuştu. Bunun gibi bir sürü suçu daha vardı. Ama Allah için Remzi, efendi adamdı.
«Sağı, solu belli olmaz.» Bu söz, ne yapacağı belli olmayan kimseler içindir. Türk siyasal yaşamında bu söz çok geçerlidir. Adama bakarsınız, solcu mu solcu, ilerici mi, ilerici, ama bir tehlike gördü mü, haydi, öbür tarafa. Hani nerede bu adamın sağı, nerede solu? Kıssadan hisse: Görünüşe aldırmayacaksınız ve aldanmıyacaksınız!
66 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.