Düşünceli düşünceli başını eğerek duraksadı. "Yenidendoğan Ejder hakkında bildiklerime bakarak, Leydim," dedi yavaşça, “cesedinin başında üç gün oturmadan onun öldüğüne inanmam."
Bakışlarım başka yöne kayıyor ama o hâlâ beni izliyor. Ona bakarak ağzımı açıyorum. "Gözlerin güneşe benziyor."
Gülüyor, eskisinden daha hafif bir şekilde. İçten.
"Garip bir söz. Seninle ilgili her şey garip. Gözlerim güneşe benziyor." diye tekrarlıyor gökyüzüne bakarak. "Biliyorsun, güneşe benzeyen biri varsa o da sensin."
"Ben mi?"
"Tehlikeli, yoğun, yanan bir ateş topu? Evet, kulağa sen gibi geliyor."
Gülme sırası bana gelmişti, ben de gülüyorum.
"Ya da belki fırtınaya daha çok benziyorsundur. Aynı anda hem korkutucu hem de güzel."
"Silahın böyle geri tepmesine izin veremezsin. Sabit tutmalısın."
"Peki onu nasıl yapacağım?"
"Öncelikle ellerini daha yukarı kaldır. Ve daha sıkı kavra."
Dediğini yapıyorum ama ikinci atışım da daha iyi değil.
"Kasların var, değil mi?"
Yüzünün bana dönük tarafına ters ters bakıyorum.
"Şanslısın ki şu anda meşgulüm, yoksa yumruğu yerdin.”
"Kasların küçük bir hatırlatıcısı olarak, sanırım?"
"Aynen öyle."