Sezgi

bizim ev
‘’Hangi ev? diye sordu. – Ne demek hangi ev? Bizim ev işte!.. Oğlu, – Baba, dedi, galiba o ev, artık bizim ev değil... Adam birden kızarak bağırdı: – Nasıl? Bizim ev değil mi? Bunu söylemeye nasıl dilin varıyor? Delikanlı: – Bana bizim ev değilmiş gibi geliyor, dedi, içinde oturamıyoruz, bahçesinde gezemiyoruz, yolundan gidemiyoruz, suyundan içemiyoruz. Adam, – Ama ev bizim, diye bağırdı, bizim ev... Cebinden çıkardığı basılı kâğıdı sallayarak, – İşte, işte evin tapusu, tapusu benim üstüme!.. O evin vergisini ben veriyorum!.. Defol hain evlat!.. Defol!.. Seni evlatlıktan reddediyorum... diye haykırdı. Delikanlı başı önünde çadırdan çıkarken adam, elindeki kâğıdı sallayarak arkasından bağırıyordu: – Hain evlat!.. Senin gibi oğlum yok. Reddediyorum. Bizim ev... Ev bizim, işte tapusu... Hep birlikte içinde yaşadığımız bu evi tanıdınız sanırım. Bu ev, babadan kalma bizim evimizdir.’’
Reklam
Mutlu kedi
‘’Hepimiz kendimize çizdiğimiz, ya da tasarladığımız dairelerin içinde kalmıştık, dairelerimizden dışarıya çıkamıyorduk. Böyle bekleşip dururken yer yer, “Birisi gelse de, şu çizgileri silse,” diye mırıltılar başladı. Bu tek tük sesler gittikçe yayılmaya başladı: “Biri çıksa da, bizi kurtarsa...”, “Biri kurtarsa bizi...”, “Bir kurtarıcı yok mu?”, “Çizgimizi silecek birisi çıksa...” Herkes böyle söylüyordu. Ben de onlar gibi söylenmeye başladım. Biz böyle söylenirken yavaş yavaş karanlık bastı, gece oldu. Deli olacağım, bitürlü dışarı çıkamıyorum. Ter boşanıyor heryerimden. Hiçkimse kendi dairesinin dışına çıkamıyor. Derken bir ses duyduk: “Birisi çıksa, ben de çıkarım... Birisi çıksa dairesinden, ben de çıkarım...” Ben de, “Doğru, birisi çıksa, ben de çıkarım,” dedim. Herkes böyle söylenmeye başladı: “O birisi her kimse, çıksa, ben de çıkarım.” Sonra bağrışmalar duyuldu: “Birisi yok mu, birisi?..” “Hani, birisi nerede?”, “O birisi her kimse çıksın...”, “Birisi kim?” Bitürlü o “birisi” her kim ise, “Ben birisiyim!” diyemedi.’’
‘’Habitus, bireyleri bir tür düzene uyma davranışına yönlendirerek toplumsal ve ekonomik gerekliliği erdeme dönüştürür. Belirli bir durumda belirli bir eylemin başarı şansı, tüm bir sağduyu, deyim, atasözü, ahlaki hüküm (“bizim gibilere göre değil”) vb. bütününün ışığında değerlendirilmesinde çıkar.’’

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
‘’Bourdieu’ya göre bireylerin ya da grupların arzu ve pratikleri, onların ayrı ayrı habituslarını biçimlendiren koşullara uygun olma eğilimindedir. İnsanların toplumsal hayattaki durumlarına ilişkin olarak “akıllıca” ya da “uygunsuz” diye yargılamaları, habitus damgasını taşır. Habitus, kendisinin üretildiği koşullarla tutarlı eylem, tutum ve algıları yeniden üretme eğilimindedir. Yani bir anlamda, yapılması gerekeni istememizi sağlayan örüntüler bütünü olarak gösterilebilir (ki bu kitaba temel olan araştırmada görüştüğüm kadınların kendi davranış ve tercihlerini açıklarken kullandıkları söylem parçaları, kendi sınıf habituslarının yaratılmasında etkin olmuş büyük anlatılardan alınma idi).’’
‘’Ev işinin düşük statüsü –ister ev kadını ister hizmetli tarafından yerine getirilsin- bu işlerin fiziksel, ekonomik ve ideolojik görünmezliğine neden olur. Evde yapılan işler ya elle tutulur, somut sonuçlara yol açmaz, ya da çok çabuk tüketilirler; özel alanda gerçekleştirilirler, kâr getirmezler, yalnızca kullanım değeri üretirler. Bu işlerin insan ilişkileri ile sarılıp sarmalanmış olmaları, gerçek bir çalışmadan çok “sevgi emeği” olarak değerlendirilmelerine neden olur.’’
Reklam
‘’Evet, dedi yavaşça, ‘’erkekler mesela böyle bakabilir; onlar ki, her şeyi hakları vardır ve bir şeyi gizlemeleri için kendi içsel nedenlerinden başka bir gerekçe söz konusu değildir. Fakat bizim için durum çok farklı. Bunu biz de hissediyoruz belki, -sizlerden çok daha hassas ve ürkek biçimde de olsa;- fakat biz kadınlar, gizliliğe ihtiyacımız olduğuna inandığımız için korkaklığın üstümüze düşen hayalini de hissediyoruz. Böyle bir gizliliğin nedeni hassasiyet değil, diğer insanlara karşı duyulan korkuymuş gibi görünüyor; böylece, açık davranmamız halinde tüm hayat görüşleriyle bizi lanetleyecek olan insanların bizi sayması ve onurlandırması durumunda da aşağılanmış oluyoruz.’’
Sayfa 37
‘’Evet, haklısınız, bu gerçekten de çok çirkin bir şey! Yani kadınlara bazı durumlarda gizliliğin düpedüz dayatılmasını kastediyorum. Bunu başarırlarsa da mutlu olmaları gerekiyor - erkekten de olağan bir şeymiş gibi, ketumluğuyla, bağışlayıcılığıyla, dikkatiyle kendilerini korumasını ve savunmasını beklemeliler! Evet, dünyanın şu haliyle bu gerekli olabilir, fakat benim duyduğum en aşağılayıcı şey. İnsanın yürekten inanarak yaptığı bir şeyi saklamak veya inkar etmek zorunda kalması! Sevinmeniz gerekirken utanç duyuyorsunuz!’’
Sayfa 36
‘’Biliyor musunuz, çalışkanlık dönemi geride kaldı. Zaten burada bir geçiş dönemi, bir boş dönem yaşıyorum, öyle değil mi? Ta ki bana vaat edilen göreve başlayana kadar. Ben de bunun tadını çıkarıyorum! O hummalı çalışmadan sonra bunun zamanı gelmişti zaten. Şimdi yataktan kalkmadan tembellik yaparak iyice gevşeyip yayılıyorum, kendimi gerçekten de toparlanma dönemindeki bir hasta gibi hissediyorum; o zaman insan çok farklı yaşıyor, daha edilgin, sezgileri daha açık, almaya daha hazır. Tam olarak tetikte değilsiniz, fakat uykuda da değilsiniz...’’
Sayfa 24
‘’Savaşı anlamıyorum tıpkı kardeşim gibi, tıpkı cepheden geri getirdikleri yüzlerce insan gibi çıldırmak zorundayım. Ve bu beni korkutmuyor. Aklımı yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi. Ama beklemek, deliliğin yavaş yavaş önüne geçilemez biçimde yaklaşması, muazzam ölçülerde bir şeyin uçurumdan aşağı düşmekte olduğu hissi, bin parçaya ayrılan düşüncenin verdiği katlanılmaz acı…’’
Sayfa 48
‘Bir düşün: İnsana onlarca, yüzlerce yıl merhamet, sağduyu ve mantık öğretip, onu bilinçlendirdim diyemezsin, her şeyin bir bedeli var. En önemlisi de bilinç. İnsanlar acımasızlaşabilir, hassasiyetlerini yitirebilirler, kan, gözyaşı ve acı görmeye alışabilirler, tıpkı kasaplar, bazı doktorlar ya da askerler gibi; ama hakikati bir kere öğrendikten sonra ondan vazgeçmek nasıl mümkün olabilir? Benim fikrime göre bu imkansız. Çocukluktan beri bana hayvanlara eziyet etmememi, merhametli olmamı öğretirler; okuduğum bütün kitaplar da bunu öğretti ve sizin kahrolası savaşınızdan zarar görenlere öyle acıyorum ki canım yanıyor. Ama işte zaman geçiyor ve tüm ölümlere, acılara ve kana alışmaya başlıyorum; gündelik hayatta da daha duyarsız, daha tepkisiz olduğumu ve yalnızca en kuvvetli itkilere cevap verebildiğimi hissediyorum, ama savaş gerçeğin kendisine alışamıyorum, esasen akılsızca olan bu şeyi anlamayı ve açıklamayı aklım reddediyor. Bir milyon insan bir yerde toplanıp edimlerine haklılık kazandırmaya çalışarak birbirini öldürüyor ve hepsi eşit derecede hasta ve hepsi eşit derecede mutsuz. Delilik değil de nedir bu?‘’
Sayfa 37
Reklam
‘’Kızıl kahkaha! -diye bağırdım sözünü keserek. -Kurtarın! Kızıl kahkahayı duyuyorum yine! -Dostlar! -diyerek devam etti doktor inleyenlere ve paramparça gölgelere. -Dostlar! Ayımız kızıl, güneşimiz kızıl olacak ve şen şakrak kızıl tüyleri olacak hayvanların ve haddinden fazla beyaz olanların, haddinden fazla beyaz olanların derisini yüzeceğiz… Kan içmeyi denediniz mi hiç? Biraz yapışkan, biraz sıcak, ama kırmızıdır ve onun da böyle şen şakrak ve kızıldır kahkahası…’’
Sayfa 33
‘’...Sayıları çok. Sağlıklı ve akıllı insanlar için hazırlanmış kurt çukurlarında, uçurumlarda, dikenli tel ve kazıklardan arta kalanlarda yüzer yüzer ölüyorlar; doğru dürüst ve düzenli çarpışmalara katılıp kahramanlar gibi dövüşüyorlar: Her zaman en öndeler, her zaman korkusuzlar; ama sık sık kendi silah arkadaşlarını vuruyorlar. Seviyorum onları. Henüz tam delirmedim ve o nedenle oturup sizinle sohbet ediyorum, ama akıl beni kesinkes terk ettiğinde araziye çıkacağım, araziye çıkıp bir nara atacağım, bir nara atacağım ve bu yiğitleri, bu korkusuz şövalyeleri etrafıma toplayıp bütün dünyaya savaş açacağım. Şen şakrak bir kalabalık meydana getirip müziklerle şarkılarla şehirleri, köylere gideceğiz ve geçtiğimiz her yerde her şey kıpkırmızı olacak, Her şey ateş gibi dönüp dans edecek. Ölmeyenler de bize katılacak ve yiğit ordumuz çığ gibi büyüyüp tüm dünyayı temizleyecek. Kim demiş öldürmek, yakmak ve soymak yasak diye?’’
Sayfa 32
‘’-Evde mi? -diye bağırdı karanlığın içinden birisi. Heyecan, korku ve öfkeden hırıldıyordu sesi, bir yandan da titriyordu. Ve sanki konuşmayı unutmuş gibi bazı kelimeleri bir türlü çıkaramıyordu. -Evde mi? Hangi ev, ev mi vardı bir yerde? Kimse sözümü kesmesin, yoksa ateş etmeye başlarım. Evde her gün banyo yapardım. Anlıyor musunuz, su dolu bir küvet. Hem de ağzına kadar. Ama şimdi bazı günler yüzümü yıkayamıyorum bile, kafam kabuk bağlamış, uyuz gibi bir şey olmuşum bütün vücudum kaşınıyor, bir şey bedenimde geziniyor da geziniyor… Ben pislikten çıldırıyorum, siz ev diyorsunuz! Sığır gibiyim, kendimden iğreniyorum, kendimi tanıyamıyorum ve ölüm o kadar da korkunç gelmiyor artık. Şarapnallerinizle beynimi parçalıyorsunuz, beynimi. Nereye ateş etseniz, mermilerin hepsi beynimi buluyor. Ev diyorsunuz. Ne evi? Sokak, pencereler, insanlar, oysa ben artık sokağa bile çıkamam utancımdan. Semaver getirmişsiniz, ben bakmaya utanıyorum semavere.’’
Sayfa 15
‘’Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müjdelenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin son iflası felaketinde İstanbul’dan adi suçlular gibi kuyruğunu kıstırıp kaçtı. Hamiyeti onu diğer bir İslam beldesine koşturdu. Hiçbir millet ve hükümdarın vermediği, kendi kendine aldığı rütbeleri şereflerini doymak bilmez ruhu için hiçbir vakit yeterli göremedi. Yükselmek, bulutların üzerinde taht kurmak istiyordu. Talihi ve gücü sayesinde çıkamadığı bu en son makama bir Bolşevik kurşunu onu uçurdu. Merhum zannetti ki cihanı yenmek Abdülhamit‘i korkutmak kadar kolaydır.’’
‘’Eğer hakikat böyle olmasa dünyada ne bir Napolyon çıkabilirdi ne de kendini Türklüğü ve İslamiyeti kurtarmakla görevli bilen Enver Paşa… Kurtarmaya çalıştı Türklüğü büsbütün harap etti. Bu sefer zafersiz kahramanın kefenlendirmeden gömdürdüğü insanların hesabını eğer Cenabı hak ondan soracaksa aman yarabbi! Soramayacaksa şöyle böyle günahları işlemekten hiç korkmayalım. ‘’
2.243 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.