Türkiye tarihinde Gezi Olayları olarak bilinen ve dönemin hükümetine karşı yapılan protestoların ülke geneline yayıldığı günlerdi. Her ne kadar, her bir katılımcının sokağa çıkma nedeni ve attığı slogan farklı olsa da Gezi Olayları, özetle şöyle tanımlanabilirdi: Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğünün hükümet tarafından yıllardır keyfi biçimde kısıtlanmasına karşı düzenlenmiş, haftalar süren bir toplantı ve gösteri yürüyüşü. Tabii ki bu toplantı ve gösteri yürüyüşü de hükümet tarafından keyfi biçimde yasaklanmış ve orantısız bir polis şiddetiyle bastırılmak istenmişti. Çünkü protesto hakkını elde etmek için protesto düzenlemek de kabul edilemezdi! Ancak göstericilerin, onlara uygulanan aşırı şiddeti hak ettiğini kendi seçmenlerine anlatmak da hükümet açısından önemliydi. Ne de olsa bir sadistler kulübü olarak görünmek istemiyorlardı.
İşte bu noktada bir fotoğraf çıktı ortaya. Protestocuların asla Müslüman olamayacağını hatta en az English Defence League kadar Müslümanlardan nefret ettiklerini iddia edebilmek adına çekilmiş bir fotoğraf: Polisten kaçan eylemcilerin bir süreliğine sığındığı, İstanbul’daki bir caminin zeminine ertesi gün boş bir bira kutusu konulmuş, deklanşöre basılmış ve bu kare ülkenin resmi haber ajansı tarafından servis edilmişti. Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o camide birkaç saat geçirmiş göstericiler, dolayısıyla sokağa çıkmış milyonlarca insan, çok uzaklarda kilise yakan black metal hayranları kadar din düşmanıydı. İnanmayan varsa, elinde o fotoğrafla resmi demeç veren hükümet yetkililerini dinleyebilirdi.
Ayrıca halkoylamaları büyülü gerçeklik yaratmak açısından mükemmeldi. Çünkü yeterince oy alan her önerme artık gerçekti. Bir halkoylamasıyla yapılamayacak hiçbir şey yoktu. Bütün bir tarih değiştirilebilir, fizik kanunları yeniden yazılabilir, hatta bu evrende paralel bir evren yaratılıp içinde yaşanabilirdi. Dolayısıyla Türk hükümetinin kullandığı araç kesinlikle amacına uygundu.
Gerçekten de bu insanlarla aynı çağda yaşamıyordum! Örneğin, yeni ne ürün çıkarsa derhal satın alıyorlardı. Üstelik bu satın aldıklarını doğduklarından beri kullanıyormuş gibi büyük bir kolaylıkla da hayatlarına dahil edebiliyorlardı.
Doğduğu dünyada bütün ödül ve cezaların sadece erkekler tarafından dağıtıldığını gayet iyi anlayan Zerre’ye göre bir erkeğin esiri olmaktan kurtulmanın tek yolu kendi seçeceği başka bir erkeğin esiri olmaktı.
Bu dünyadaki her insanın içinde acımasız bir canavar vardır. O canavarı gizlemek için de her şeyi yapar. Dolayısıyla bu dünyadaki her insan iki yüzlü bir yalancıdır.
Fazla hissediyordum çünkü. Fazla düşünüyordum. Oysa herhangi bir devlet başkanı kadar umursamaz olmalı bir cerrah! Kesinlikle olmak zorunda! Ne bileyim, bir yerlerde savaş çıkarmış herhangi bir devlet başkanı gibi olmalı mesela. Tam da o başkan gibi şunu kendine rahatlıkla söyleyebilmeli: Düşünme o suratı yanmış bebekleri. Ayağı kopan, bağırsağı parçalanan o bebekleri düşünme. Sen işine bak! Düşünme hiçbirini! Siktir et o bebekleri!
Ama insan o kadar aptal bir hayvan ki hayata bağımlı olduğunu ancak ömrünün sonunda anlıyor. Hatta son nefesinde. Alkoliğin daha ilk yudumda anladığını ayık olan ancak son nefesinde fark ediyor!