Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Tuba VURAL

Tuba VURAL
@Siirkolik
Benim için Edebiyat bir evren, güzel bulduğum her bir kitap bu evrendeki bir gezegen ve şiir,bu evrenin sultanı (güneşi)dir.
Her An Sarhoş Öyküsünden
"İyiyle kötü birbirine giriyor kafamda, siyahla beyaz. Beyin zaten gri değil midir..."
Reklam
Marifet Adlı Öyküden
"Kafam karmakarışıktı. İlkin seyirciler çıkmıştı zihnimin sahnesine. Sonra dün akşam gördüğüm tatlı rüya ve rüyadaki efsunlu kız (Valentine?) belirmişti. Sırasıyla o kızın bana tutunmam için uzattığı yılana, yılandan da müzik kesildiği an atacağım burguya zıplayıveren düşüncelerim, zarif bir saltoyla sirkimizin medar-ı iftiharı Süper Fil Jumbo'ya sarılmış; gösterimin sonunda yapacağım müthiş manevrayı ıskalar gibi yapıp altı yaşındayken elimden düşürüp kırdığım beyaz tabağa son anda tutunmuş ve oradan da bir cambazhane ustası ve ölen kalfası hakkında anlatılagelen eski ve hüzünlü bir hikayenin önünde seyircileri selamlamıştı. Kafam tam anlamıyla bir panayır yerine dönüşmüştü."
Aynen. Ben de kendini hemen ele veren metinlerden pek edebî zevk alamam.
"“O gün odada hiçbir şeyin hiçbir şeyiyiz demiştin ya, çok hoşuma gitmişti o cümle.” “Öyle değil miyiz hocam, yalan mı?” “Doğru, belki çok az şeyin olabileceği kadar çok doğru.” “Hiç okumadım değil hocam, şu meredi içince başka biri oluyorum sanki. Yani içimde kelimeler tepişiyor, kuralsız ve devrik olmasına rağmen zorladığında manalı hâle gelecek bir cümle olmak için içtima vaziyeti alıyorlar ve her biri bana bağıra bağıra tekmil veriyor. Susun lan diyorum bazen. Düşün ben o kadar bağıramamışken onlar nasıl bağırıyor değil mi hocam? Hayatta anlamadığım şeyleri daha çok sevdiğimi fark ettim mesela burada hocam, çünkü anladığım şeyler çok sıradan. Şu kıt aklımda bir şeyi anlıyorsam neyime yarar o şey. Anlamadığım şey öyle mi? Hep kafamı kurcalıyor, beni zinde tutuyor."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
O kadar gerçekçi, o kadar zarif ve o kadar ahenkli bir kalabalık tasviriki...
Bekleyişlerine gerekçe oluştursun diye de, inanılmaz bir gayretle, beyhude şeyler hakkında lâf avurtlayıp duruyorlardı. Onlar böyle lâfı sakalından tutup derede tepede, dağda bayırda gezdirmeye başladı mı ortalıkta boşa dönen, kayışı kopmuş hayalî bir kasnak takırtısı yankılanıyordu sanki. O sırada her kafadan bir ses çıkıyordu hâliyle, cümleler amansızca birbirine giriyor, bazıları daha doğarken ölüyor, bazıları uzun süre can çekişiyor, bazıları da yaşasa bile o hengâmede mutlaka sakat kalıyordu. Dişe dokunur türden olanlar da evin içinde çalkalanıp duran gürültünün köpükleri arasında kaybolup gidiyordu zaten, işitilse bile ancak yakında oturan birkaç kişi tarafından işitiliyordu.”
"Sanıyor musun ki, eğer iktidara sahip olmaya hakkım olup olmadığını kendime sormaya başlamışsam, buna hakkım olmadığını bilmiyordum? Ya da eğer insanın bir bit olup olmadığını sormaya başlamışsam, demek ki, insan benim için bir bit değildir... Kimin ki aklına böyle bir soru hiç gelmez ve doğruca hedefin üzerine yürür gider, insan onun için bir bittir. Eğer ben, ‘Napolyon olsam gider miydim, gitmez miydim?’ diye kendi kendimi yiyip bitirmişsem; bir Napolyon olmadığımı açıkça hissetmiş olmalıyım..."
Reklam
Sığınak şiirinden
..."Gün biter gülüşün kalır bende anılar gibi sürüklenir bulutlar Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır yarım kalan bir şiir belki de Aykırı anlamlar arayıp durma güz biter sular köpürür de kapanmaz gülüşünün açtığı yara uçurum olur cellat olur her gece Her gece yeniden bir talan başlar acı ses olur, ses deli bir yağmur eski bir eylüle gireriz böylece Sığındığım her yer adınla anılır ben girerim, sokağı devriyeler basar bir de gülüşün eklenir kimliğime..."
Şiirde alışılmamış bağdaşıklık aynı zamanda olağan dil kullanımına bir başkaldırıdır. Şiirsel bir sözcük evreni yoktur, ancak şiirsel olarak onu ifade etme biçimi vardır. Şiirin büyük bir oranda yazılı dili konuşmadığı görülmektedir. Ay pembe değil, güneş siyah değil, gece de yeşil değildir. Eğer öyle olsalardı, şair onları daha farklı söylemiş olurdu. Şairler genellikle söylemek istedikleri şeyleri direkt olarak mümkün olduğu kadar söylemekten kaçınırlar, nesneleri doğrudan isimleri, ile adlandırmazlar. "Yeşil gece" deki yeşil renk kendi nesnel rengi değildir. Bu yalnızca ikinci gösterilenin göstereni gibi işleyen birinci gösterilendir.
"Hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz."
"Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim: onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. "Sesi nasıl?" demezler örneğin..."
“Sanki bilmediğimiz üzüntüler, düşünceler, belki de bir korku arasından konuşuyordu. Belki de yalnız bu sonuncusu vardı. Korkuyu bütün ömrümce tatmıştım, o yılanı gayet iyi bilirdim. Bir kere içimize yerleşti mi bulandırmayacağı hiçbir şey yoktu. Fakat neden korkuyordu? Niçin telâşlıydı? Buralarını anlamam kabil değildi.”
Reklam
“- Müsbet işten kastınız nedir? Herkesin inandığı aklın bir lahzada kavradığı değil mi? Meselâ hamallık! Eşya var, bir yerden bir yere gidecek, götürülecek. - Sade bu kadar mı? - Ama sizin aklınızla, yani mantığınızla hepsine itiraz edilebilir! On dakika, hattâ beş dakika, üç dakika üzerinde düşünmek her işi gülünç yapabilir. Herhangi bir şeyi mantığın dışına çıkarmamız için ona biraz dikkat etmemiz kâfidir.”
“Meselâ şu sarı küçük sütun, kırmızı ile morun arasında, bakın. Hepsinden kısası, bu. Nermin Hanım bunu bu tarzda düşünmeyebilirdi. Amma düşünmüş. Mademki düşünmüş, o hâlde bir sebebi vardır. Bu sebebi kendisine sabahleyin sordum. Bilmiyorum, içimden öyle geldi cevabını verdi. Demek ki içinden gelmiş. İçten gelen her şey doğrudur. Şimdi ben bu sütunun fonksiyonunu bulmak zorundayım. Yarım saattir bunun için kendimi yoruyorum. Rica ederim hangi sayma ameliyesi benim şu anda sıkışmış zihnimin bulacağı meslek ismi kadar hakikate uygun olabilir? Saymak bizi daima aldatır. Gülünç ve eksik neticelere götürür. Zaten herhangi bir şeyi saymanın imkânı yoktur. İnsan tek bir hâl olsa istatistik denen bir şeye inanırım. İnsan karışıktır, durmadan değişir. O hâlde niye bu yorucu işe girmeli?”
“Oyun, dışarıdan yaptığı bir hareket değildi; onun içine girmiş bütün vücudunu ayrı ayrı çalıştırıyor, bir şeyleri didikletiyor, gagalıyordu. Yamalı kundurasından çorabının yırtığı görülen sağ ayağı masanın altından bir dikiş makinesinin kolu gibi işliyor, gırtlağı durmadan etrafa hücum ediyor, parmakları çengel gibi muttasıl bir şeylere takılıyor, bir şeylere asılıyor, dudakları etrafı somuruyor, çene onların somurduğunu kusuyor, ve burun acayip homurtularıyla bütün hayatı kokutmağa çalışıyordu.”
“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hattâ ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi. Onun içindir ki, Cemal Bey döner dönmez beni işimden çıkardığı zaman pek de müteessir olmadım. Hiç olmazsa kendisinden kurtulmuştum. Onu görmeyecektim. Sesini duymayacaktım. Ellerinin işaretleri, dar alnının çizgileri rüyama girmeyecekti. İçimdeki bulantı duracaktı. Hiddet, kin beni kemirmeyecekti.”
“Her devrin ve yaşayışın kendisine göre bir insan tasarrufu vardır ki, bütün bir zihniyeti ve inkârı güç realiteleri ifade eder. Şoför kelimesi bunların şüphesiz en medenisi, en latifi, en iyisi ve en cemiyetlisidir. İki dudağın arasında bir öpüş taklidine benzeyen ve ilk hecede havaya bıraktığını ikinci hecede âdeta geriye alan bu kelimenin Türkçe’nin en mühim kazançlarından biri olduğuna bilmem dikkat ettiniz mi? Hangi şiveden söylenirse söylensin o daima mânalıdır.”
64 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.