Şule Paşaoğlu

Haklı bir insan, haksızlığa tepkisinin dozajını ayarlayamayıp, duygularına, diline veya kaslarına söz geçiremeyecek surette işin içine girdiğinde, hak namına bir haksızlığa düşebilir. O yüzden, "Bu, şeytanın işi oldu. Şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır."der
Reklam
Ortamı mazeret edinenler ortama teslim olur. Ve, ortama rağmen kalp, vicdan ve fıtratlarının sesini dinleyenlere, ortam teslim olur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Demek ki, birşeyin bizim için 'hasene' oluşu, bizim ona muhatap oluşumuz ile ilgilidir. Ne şımartan bir gençlik güzeldir, ne acılara boğan bir ihtiyarlık. Ne azdıran zenginlik güzeldir, ne bezdiren fakirlik. 'Güzel'liğin iksiri, ona bakışımızdadır. İmanî bir nazardan ve ubudiyet halinden uzak olan zenginliğiyle azar, fakirliğiyle isyana girişir
Sayfa 193Kitabı okudu
Açıkçası, en başta İslâm'ın ilk yıllarının belgelediği üzere, Allah evvelce ister kâfir, ister fâsık, ister zalim; ister üçünü birden aynı anda üzerinde taşır halde olsun, 'ihtida eden,' yani hidayeti arayan, hidayet yolunda yürüyen, hidayete talip olan her kuluna hidayet eder. Ama küfür, zulüm ve fışkın kişinin el'an içine düştüğü bir hal olmaktan öte bir 'topluluk psikolojisi' içerisinde sistemleştirildiği, pekiştirildiği, korunup geliştirildiği durumlarda bu 'ihtida'nın önü kesilmekte, hidayeti arama sürecine girilmemekte, velev ki bir an için girilmiş olsun kolayca ve hızla geri dönülmektedir. Küfür, zulüm ve fısk üzere olan bir insanın hidayete erişebilmesinin ilk şartı, küfrü, zulmü ve/veya fışkı ayırıcı vasfı haline getirmiş topluluktan kendisini ayırması; bu 'kavmi ile arasına bir mesafe koyabilmeyi başarmasıdır.
Sayfa 159Kitabı okudu
Reklam
KURAN'LA ŞU VEYA BU DÜZEYDE hemhal olan her mü'min , "Vallâhu lâ yehdî'l...” veya "İnnallâhe lâ yehdî'l..." diye başlayan Kur'ân cümlelerinden muhakkak haberdardır. Kur'ân'ı okurken, defaatle karşımıza çıkan bu âyetler, âlemler Rabbinin insanlar hakkındaki bir sünnetini bize haber verir. Hidayet Allah'tandır; ve Allah, bazılarını asla hidayete erdirmeyeceğini ferman buyurmaktadır. İnsanın içini titreten bu ilâhî kanuna biraz daha dikkatle bakıldığında, âyetlerin Allah'ın asla hidayete erdirmeyeceğini ferman buyurduğu bu insanların üç vasfa sahip olduğu görülür: kâfirler, zâlimler ve fâsıklar.
Sayfa 157Kitabı okudu
Hucurat 10.ayet
İşte bu bakımdan, "Mü'minler ancak kardeştirler” buyuran Hakîm-i Rahîm, bir önceki âyette, bu kardeşliğin gerçekten tezahür ve tahakkuk etmesi için mü'minlere arabulma ve haksızlığı giderme emrini vermektedir. İki mü'min veya iki mü'minler topluluğu arasında bir çatışma varsa, mü'minler arabulucu olacaklardır. Ve eğer gerilim taraflardan
Sayfa 156Kitabı okudu
Hucurat 9. ayet
Ara bulup barıştırma deyince akla gelen en kolay çözüm ise, kendi hayatımızda defalarca tecrübe ettiğimiz üzere, bellidir. Böyle bir durumda, olayın doğrudan tarafı olmayan üçüncü kişiler, arabuluculuk gibi bir görev üstlenseler bile, maalesef bunu daha ziyade 'güçlüden yana kullanırlar. Genelde, haksız da olsa güçlüye karşı pek ses yükseltilmez ve haklı da olsa zayıf olandan olup bitenleri 'sineye çekmesi' rica edilir. Âyetin istediği 'arabulup barıştırma' hali ise bu değildir. Zira bu, hakikat-ı halde, bir 'barış hali' değildir. Böyle bir durumda, haklı olduğunu düşündüğü halde uğradığı haksızlık telafi edilmeyen mü'min, içten içe tepkisini ve rahatsızlığını sürdürecektir. Üstelik yalnız doğrudan kendisini haksızlığa maruz bırakan kişiye veya kişilere karşı değil, uğradığı haksızlığa seyirci kalan ve onun da sineye çekmesini öneren üçüncü kişilere karşı da bu tepkisi genişleyecektir. Öte yandan, böyle bir durum, haksız tarafta 'yapılanın yapanın yanına kâr kaldığı' duygusu uyandırarak yeni haksızlıklara, yeni mağduriyetlere ve bir bütün olarak toplum içinde adalet-eksenli yeni incinmelere zemin ihzar edecektir. Mağdurun haksızlığa uğradığı ama buna seyirci kalındığı duygusuyla yaşadığı; haksızın ise yaptığının yanına kâr kaldığı duygusunu ve hatta izlenimini edinerek yeni haksızlıklara yeltenebildiği; böylece 'haksızlığa talip' olanların cesaret bulduğu ve yeni mağduriyetlerin zuhur ettiği bir ortamda 'kardeşliğin' tesisi ve tahakkuku ise kesinlikle mümkün değildir.
Sayfa 155Kitabı okudu
(O yüzden, hâlâ daha, Kur'ânî bir talimden hissedar olmuş anneler, her gün binlerce cinayet ve soygunun yaşandığı medenî hayatın insansız mekânlar için saldığı korkudan etkilenen çocuklarına, kırlara çıkarken, ormana giderken korkmamaları öğüdünü verirler. Derler ki, ormana veya kıra adım atarken, "Selâmun alâ Nûhin fi'l-âlemîn” deyin; mahlukat Nuh selamını bilir. Nuh'un yolunda olduğunuzu bilirse, ve sizden ona zarar verecek bir tavır görmezse, size ilişmez. Resul-i Ekrem'in ders verdiği bir hakikatin cilvesidir bu. Onun, yılan gördüğünüzde, "Enşednâkum bi'l-ahdi'llezî ehaze aleykum Nûhun,” yani "Nuh'a verdiğiniz söz sebebiyle, Allah aşkına bize dokunmayın" deyiniz buyurduğuna dair sahih rivayetler mevcuttur.)
Sayfa 116Kitabı okudu
Bu bakımdan, insanın Kârun kıssasından hisse kapıp, şunu her daim akılda tutması gerekiyor: Eğer bu asrın Kârun'ları karşısında bir özenti duyuyor; ve büyük ya da küçük, bize birşeylerin ihsan edildiği herhangi bir noktada zihnimizin kıvrımlarında 'bendeki ilim sayesinde bu sonuca ulaşıldı' türünden kayıtlar taşıyorsak, Kârun'un akıbetine açık bir vaziyetteyiz demektir. Şirk kapısını kapayıp Kârun'un akıbetinden kurtulmak ise, öncelikle bu vâkıayı dürüstçe tesbit etmemizle mümkündür. İkinci adım, Rabbimizden, Kârun'un nefislerin gözünü kamaştıran serveti karşısında kalb gözlerinin açıklığı sayesinde zerre kadar ubudiyet tavizi vermeyen Musa'nın dirayetinden, Hârun'un ferasetinden, Yûşâ'nın sadakatinden bizi de hissedar kılmasını istemek ve yönümüzü buna göre çizmek olacaktır. Böylece, umulur ki, Rabbimiz bize de bir asâ-yı Musa versin.
Reklam
200 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
10 günde okudu
Şule Paşaoğlu
Bir kitabı okumayı düşünüyor
Hatemü'l Enbiya
Hatemü'l EnbiyaOsman Keskioğlu
8.9/10 · 187 okunma
'Meryem orucu' işte o derslerden biri... Gerçekten dünyamızı dünyevîliklerden, sebeplere takılıp kalan konuşmalardan temizleyebilsek, tertemiz bir ruhla yaşayabilsek, herşey gerçek yüzüyle karşımıza çıkacak. Biz hikmetsiz gevezeliklerle iç dünyamızı karartmasak, tüm muhatabiyetlerimizi O'nun emrine mutî bir kul olarak kursak, vukua gelen her bir olay, yaratılan her bir mahluk bize kudreti sonsuz bir Hayy-ı Kayyumu fısıldayacak. Sebepler sukut ederken, konuşmaz sanılanlar konuşacak. Bize kulluğunu ve kulluğumuzu hatırlatacak. Yeter ki, 'Meryem'in orucu'nu biz de tastamam tutalım. Yeter ki, bid'aların hakim olduğu; gündelik konuşmaların, eş-dost ziyaretlerinin, gazete-televizyon haberlerinin kulluğumuzu hatırlamaya değil, bilakis unutmaya vesile olan yorumlar sunduğu bir vasatta, 'susma'nın da bir 'oruç' olduğunu bilelim. Midemizi Rabbimizin emrine göre 'oruçla tâbi tuttuğumuz gibi, dilimize de, "Ya hak söyle, ya sus” orucunu tutturalım.
Örtüsüne bürünene ne mutlu... Örtüsüne bürünerek, hakikatı ilk önce kendi nefsine okuyana ne mutlu... Ve örtüsüne bürünmeyi unutanlar; örtüsüne bürünmeden kalkıp uyaranlar, ne kadar da beyhude bir işin peşinde koşuyorlar! Bir bilebilsek.
Sözün kısası, âyette zikredilen 'dinleme' ve 'susma' yalmz şu maddî kulağımıza ve dilimize münhasır değildir. İstenen,aynı zamanda, her vakit şeytanı dinleyen nefsin, hep gelip geçici zevklerin zebûnu olan heva ve hevesin susmasıdır. Ayrıca semavî bir hitap karşısında dünyevî fikriyat ve felsefelerin asıl tutulmamasıdır. Hüdanın karşısına dehayla çıkmamaktır. Bütün bir felsefe tarihinin ana tavrı olan, vahye sırtını çevirip yalnızca kendi aklıyla hakikatı bulma iddia ve inadında olmamaktır. Bilakis, bizi yaratan, bize bu sûreti, bu fıtratı, bu sîreti, bu aklı ve bu duyguları veren; bizim yüzyüze olduğumuz, her bir mevcudundan gerek gözümüzle, gerek dilimizle, gerek fikrimizle, gerek kalbimizle istifade ettiğimiz şu kâinatı da yaratan bir Rabbin bir âlet olarak yarattığı aklı o şekilde kullanmaktır. Onu sürücü değil, binek; hâkim değil, hizmetkâr yapmaktır.
67 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.