S.

S.
@TC_SafkanMuallime
𐱅𐰜𐰼𐰴 Feratlar ve küpekler giremez :)) Sapıkça düşüncelerin varsa ben kovmadan s.git burdan!!! Atatürk'e saygı duymayan takibe gelmesin veya takipten çıksın!
Lisans
Ankara
28 Ocak 1992
2952 okur puanı
Mayıs 2019 tarihinde katıldı
Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı daha doğ­rusu eskiden vardı: Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu.
93 muhaci­rinin Edirne'de gömleği, Ayastefanos'ta eti, İstan­bul'da derisi yoktu.
Muhakkak... Yaşandı. Yaşanıyor!
İnkılabımızın mana ve mahiyetini, çeşitli anlayışlardan, hele birbi­rine zıt görüşlerden kurtararak, ona tarih içinde yerini vermeliydi. Bu, Türk aydınının, kendini inkılaba veren her duygulu Türk'ün görevi ol­sa gerekti. Yani bize, bütün tarihi ve teorik şartlarıyle işlenmiş bir inkılap ideolojisi, bir inkılap doktrini ve bunlara dayanan bir inkılap heyecanı lazımdı. Yoksa her şeyin bir süre sonra halsizleşmesi mümkündü. Bir sü­re sonra, bütün hamlelerin gevşemesi, bütün fütuhatın kolaylıkla inkar edilmesi ve nihayet ya gericiliğin yahut da kozmopolit ve müsrif bir oli­garşinin, bir para hiyerarşisinin, şüpheli ellerde bir din ticaretinin her şe­yi soysuzlaştırması akla gelebilirdi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Biraz dikkat edi­lince görünüyordu ki, Ankara'da bir kısım insanlar, hatta önemli bir ço­ğunluk için inkılap, kabul edilmiş, fakat izah ve idrak edilmemiş bir şey­di. Hatta onu bir slogan olarak kullananların her biri için de manası baş­ka başkaydı. Onu yürütmek mevkiinde olanlar arasında bile geniş anla­yış farkları vardı.
Keşke...
Fakat Ankara, bu mecalsiz ve takatsiz bütçeye kendi ruhundan bir şeyler katan, onu böylece zenginleştiren idealist insanlara malikti. Ben, devlet dairesi ve devlet işi deyince soğuk, şahsiyeti öldüren ve sinsi bir ortam, bir çevre düşünürdüm. Halbuki gördüğüm bu manzara kalbe şevk veren bir şeydi.
Bir gün gerçek olursun umarım.
(...)İmtiyazsız bir Türkiye. İleri, hür ve çatışmasız bir Türkiye. Ne siyasi zulümler, ne sosyal sefaletler... Bu hareketin tarihte ilk mümessi­li Türkiye olacaktı. Bütün bize benzer memleketler bizi misal alacaklar­dı. Ta Kuzey Afrika'dan, Hint, Çin denizlerine kadar. Bu ne baş döndü­rücü bir düşünceydi ve ne sürükleyici bir hayaldi. Bu bir arayıştı.
Elde var yol. ...
Bu milletin inancına göre hükü­ met, "her şey''di. Her şey hükümetten bekleniyordu. Her şeyi hükümet verecekti. Bir bakıma halk bu inanışında haklıydı. Çünkü hükümet, yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca sadece hep almıştı. Şimdi ise bu aldıklarını, anlaşılıyordu ki artık ödemesi lazım geliyordu. Asayiş şeklinde, yol şek­linde, mektep şeklinde, iş sahaları ve refah şeklinde...
Bu insanlar neye yarar, derdim, bu adamlarla, bu birbirini tut­mayan, birbirine yapışmayan insan malzemesiyle hangi toplum yapısı düzenlenebilir?
Ölümü, yaşamak gibi basit ve tabii sayıyorlardı. Tehlike anlamına ise, şuurların­da hiç yer vermiyorlardı.
Keşke.
Nesiller ve nesiller ötesi ata­larımızdan bize gelen, fakat toplumun, terbiyenin sathi tesirleri altında uyuşup kalmış olan duygular hep birden ayaklanıyordu.
Çağdaş insan harbin, şimdi daimi olarak içinde yaşar. Hatta onun bu kaderi yaşaması için, harbe şahsen karışması da şart değildir. Bugün harp, dünya ölçüsünde bir hayat nizamı halini almıştır. Bu nizam, ağını modern insanın etrafına gittikçe sarmaktadır.
Düşman Erzincan'a kadar gelmiş, başka şekilde!
Her uğultunun arkasından daha tok, daha derin infilak sesleri geliyordu. Hareketimizi süratlendirdik. Bunlar bize, sanki bizi ça­ğıran, sanki bizi bekleyen ve ileride toplar konuşurken, bizim hala yol­larda savsaklanmamızın münasebetsizliğni söyleyen işaretler gibi geli­yordu. Demek ki, düşman Erzincan'ı da almış olacaktı.
Uyumak ve unutmak? Bazen uyku ve unu­tuş, ne kadar kurtarıcıdır. Önümüzde ise aşılacak daha nice uzun yol­lar var.