Uçakta şehri ilk gördüğümde uçsuz bucaksız bir mezarlığa benziyordu. Tam ortasında çinileri parlayan Ravza sanki mezarın kitabesiydi. Allah'ın her günü ölen öleneydi. "Ölsek de kurtulsak!" diyen insanların her gün öldüğü bir kabristandı Mezar.
Sanki onlara ihanet ettim ağabey. Her gün gözlerimin önünde öldürülen insanlardan kaçtım. Onların ölümlerine şahit olduğumu inkar ettim. Altında bir ev kıymetindeki arabalarıyla "yaşam kalitemiz çok düşük", "istediğimiz ülkede tatile gidemiyoruz." diyen insanların dünyasına kaçtım; hayal gibi yaşayıp gerçekten ölen insanların dünyasından.
Afganistan Mektupları:
Evlat Babanın Sırrıdır
Zeki Bulduk
Uzun zamandır babam bir 'baba' gibi kokmuyor.
İlaç kokuyor, hastane kokuyor. Babama has o kokusunu ciğerlerime dolduramıyorum nicedir.
Onun kokusunu çok özledim.
Onun bana "oğlum' diye sarılmasını çok özledim.
Babam 12 yıldır Alzheimer hastası.
Evde bakımı yapılırken "hadi Yiğitcim yardım et, yorma beni" demişti anneme de, o da "ben de...ben de yoruldum" diye karşılık vermişti zorlanarak.
Bir gün babamı giydiriyoruz annemle. O zaman yürüyebiliyordu. Eğilmiş eşofman altını giydirirken birden iki eliyle yanaklarımı tuttu sarstı, sarstı... gözleri gözlerime mıhlamış şekilde, bakışları deldi geçti bedenimi.
Çok direndi unutmamak için.
Unuttu sonunda anılarını, hatıralarını ve kendini.
Şu an yoğun bakımda yapayalnız, tek başına.
Göremiyoruz onu, içeri almıyorlar.
Her telefonda kalbimiz yerinden oynuyor.
Biz ise evdeyiz...
Bekliyoruz sedece...
Bekliyoruz...
Beklemek çok koyuyor insana.