Vildan

Yıldız
Fiziksel acı, müteşekkir olmamız gereken bir özelliğimiz. Acı duymasaydık eğer, kolumuzu sobaya yaslayacak ve yandığını uzun zaman fark edemeyecektik. Fiziksel acının fonksiyonu neyse duygusal acının fonksiyonu da o. Acı çekmek, hayatımızda bir şeylerin değişmesi gerektiğinin sinyali. Her tür acı, bize değişim için bir çağrı. Her tür acı, içimizdeki çocuğun bizimle konuşması. Yeter ki biz duyalım, anlayalım ne demek istediğini.
Sayfa 90
Reklam
"Yaşadığımız tatsız duyguların neredeyse tamamı, aslında tatsız olarak 'algıladığımız' duygulardır."
Freud
Jung, "sorun", "sıkıntı", "hastalık" gibi adlarla tanımladığımız şeylerin, kapımıza gelen tanrı misafiri oldugunu söyler. Değişimimize, dönüsümümüze dair tek imkân bu misafirdedir. Semptomu ortadan kaldırmak, yani verdiği mesajı görmezden gelip "sorun" denilen şeyi yok etmek, bu misafiri kapıdan yollamak, bu nedenle kendi dönüşüm imkanalrımızı da daha onlarla karşılaşmadan geri yollamaktır.
Sayfa 144

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yıldızlandın.
"Şükretmek bencillik değildir" dedi Ses. "Aksine, şükrederken diğerlerinin yarasını görür ve sadece kendinle mesgul oldugun zamanlar için utanırsın. Dünyanin senin ve yaranın etrafında dönmediğini anlarsın. Bencillik arıyorsan ben sana söyleyeyim bak. Asıl bencilce olan depresyondur. Bencilcedir, çünkü sahibini ve yaşadıklarını evrenin merkezine koyar. Açlar, hastalar, savaslar, depremler, tufanlar bile önemini kaybediverir. Sevgilinin gidişini düsünürken, korkunç facialardan sağ çıkmıs ve yasamak zorunda kalmış insanları mesela, görmezden gelirsin. Onlar inatla ayakta kalmaya uğraşırken, sen yıkılmaktan medet umacak kadar körlesirsin. Ama şükretmeyi öğrenirsen, sadece hayata karşı nankörlükten degil, bencillikten de kurtulursun. Sahip olduklarına minnet duymak, seni yıkıcı hırstan, şımarık tatminsizlikten, dinmeyen açgözlülükten korur. Anlatabiliyor muyum?"
Bövle irikıyım laflar ediyorum diye, hayatla giriştiği bütün kavgaları kazanmış, ununu eleyip eleğini asmış, tekmil endişeden paçayı sıyırmış biri oldugumu düsünmeyin. Elbette gelecek beni hâlâ telaşlandırıyor. Yalnış bir denizde boğulma yahut yanlış bir limana demirleme ihtimalleri hâlà mümkünden de yakınımda duruyor. Ama hayatta kalmak, düstügümüz dikenli bahcede kanayarak dolasmak degil mi zaten? Sonunda ölecegini bilerek yasamaya çalışan bütün faniler, aynı tekinsiz yolu adımlıyor. Neye elimizi atsak yetim, neye dokunsak tedirgin, ne yapsak eksiğiz. Hepimiz. Öyleyiz. Bize vaat edilmis bir yarın yok, ruhumuzda kelebek sancıları kanat çırpıyor. Fakat buradaysak, gücümüzü ve neşemizi toplayıp yasayacağız. Düşe kalka, güle ağlaya, şefkatimizi kendimizden, merhametimizi birbirimizden sakınmadan, sevaplarımız, günahlarımız ve elbet hatalarımızla. Coşkuyla. Hem dünyada kalıp hem de hayattan kaçamayız. Bunu kendimize yapamayiz.
Sayfa 309
Reklam
Allah'a iltica etmek, "Allah'ım sana, sığınıyorum, ben burada caresiz kaldım, ben bunu yapamıyorum." demektir. İnsanın bütün mücadelesi kendisiyledir. Düzeltmekten önce gelir "düzelmek", ıslahtan önce gelir "salah". Salah, düzgün olmak; ıslah başkasını düzeltmektir. Düzgün olan düzeltebilir. Eger insanın enerji kapasitesini yüz birim kabul edersek bunun seksenini insanın kendisine ayırması gerektiğini düsünüyorum. Kalan yirmi birim ile birkaç inatçı insan hariç herkes ıslah edilebilir.
Mesela Kur'an-ı Kerim'de, insanlarin diriltildiğini vakit, "Dünyada ne kadar kaldık?" diye tartışacağı haber veriliyor. Kimi "birkaç saat" diyecek, kimisi "yarım gün." Bir gün kaldik diyen kimse çıkmayacakmış. Dünyadayken bize sıkıntı veren, sabredemedigimiz emirlere dönüp baktığımızda, belki de bize o konuyla alakalı sadece bir saat imtihan olmusuz gibi gelecekmiş. Herkes dünyadaki fedakarlıklarının mükâfatını alırken, "Keske o bir saatte sabretseymisim, sıksaymışım dişimi." diyecekmişiz.
Maraş'a şöyle bir uğrayıp geçmiş biri, Maraş'a dair yalnızca şunu söyleyebilir: Maraş'ı Maraş yapan belirgin özellikler hiç kaybolmasın. Zamanın hengamesinde silinip gitmesin. Maraş, kendine has iklimiyle ve dokusuyla güzel bir şehir olarak yaşasın.
Sayfa 176
Sanki Maraş'ı ayakta tutan, muhkem bir şekilde yeryüzünde durmasını sağlayan Ahir Dağıdır. Bu dağ olmasa, Maraş'ın taşı taş üstünde kalmayacak gibidir. Dağlar, şehrin ruhudur. Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum'un dağlarından bahsederken bu dağların sadece adlarıyla bile semâvât rüyası kurduğunu söyler." Maraş'ın Ahir Dağı, isminde mündemiç olan manayla dünyanın bir rüya olduğunu, bir gün sonunun geleceğini insanı ikaz edercesine anlatır. Şehrin ışıkları, sokak lambaları, çeşmeleri, duvar yazıları, mezarlıkları, evleri, derme çatma binaları, camileri, yokuşları, park- ları, çarşısı, insan manzaraları, kültürel ve tarihî do- kusu düşünen insana çok şey söyler.
Sayfa 172
“Mekanları eve dönüştüren, insanın yüreğindeki duygulardır.” “Benim evim burası mı ?”
Sayfa 289
Reklam
Aşk inandığım bir duygu olmaktan çoktan çıkmıştı.
Sayfa 98
"Aynı güzergahta gitmek, aynı yolu demek değildir. Yol üzerinde gittiğimiz asfalttan, sağımızdaki solumuzdaki tabelalardan, etrafımızdaki manzaradan, evlerden, ağaçlardan mı ibarettir? Yolun manası taşta, toprakta değil, insanda görünür. Her gün değişik insanlarla karşılaşıyorum, hiçbir gün aynı yolu gitmiyorum. Aynı insanların bindiği de oluyor, suretlerini tanıyorum ama onlar da her gün başka haletiruhiyede olduklarından, aslında aynı insan değiller." … “Aynı insanların ruh hallerinin farklı olduğunu nasıl anlayabiliyorsunuz?" "Kendileri anlatıyor." "Muhabbet mi ediyorsunuz biriyle?" "Bilakis susarak anlatıyorlar. Konuşmaya başlayınca hakikatin üzerini örtme telaşına düşüyorlar, olmadıkları gibi görünüyorlar, yalandan gülümsüyorlar, içindekileri açık etmemek için titizleniyorlar, hiçbir şey yokmuş gibi her şey aynıymış gibi geçiştirmeye çalışıyorlar. Ama susunca öyle değil; sustuklarında camdan dışarı bakışlarında anlayabiliyorum, dalgınlıklarından, iç çekmelerinden kafalarından neler geçirdiklerini tahmin edebiliyorum. Yolcuların arasında borçlu harçlılar var, gönül sancısıyla kıvranan aşıklar kendilerini hemen belli eder, bir kısmı aile derdine düşmüşler. İşi gücü rast gitmeyenlerin benzi başka türlü sararıyor. Bu yolda gidip gelenlerin ne söylediğinden ziyade nasıl sustuklarına bakacaksın.
Sayfa 79
Bir hayata dokunduğunda güzelleştireceği muhakkaktı. Kendi hayatının boşluklarına da aynı maharetle dokunabilmiş miydi? Başkalarının yaralarını şefkatle sararken kendi yarasına aciz kalan, başkalarını düştüğü yerden kaldırırken kendisi için güç yettiremeyen, başkalarına sürekli gülümserken gözyaşlarını içine akıtan kadınlardandı belki de.
Sayfa 142
Aşktan nasibi olan insan yedi kat toprağın altından bile çıkıp mâşukuna kavuşur. Aşkın üzerini örtmeye ne toprağın gücü yeter ne taşın.
Sayfa 199
1.430 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.