Birkaç kez kendimi tutamayıp bir kayanın üzerine çıkmış, üçümüzü birden sardığına inandığım büyülü havaya dair büyük laflar etmiştim. Bir bütünlük hissediyordum, bizde ve doğada. Bu beni çoşturuyordu. Öyle bir an geliyordu ki, dere kenarındaki taşların yuvarlak biçimlerinin açıkça söylediği o ağır değişimi, hiçbir şey değişmiyormuş hissi veren o yavaş başkalaşımı “gözümle” görüyordum. Bizde orada kendi başına değişen doğanın bir parçasıydık. Köklerimiz toprağın biraz daha derinine iniyor, dallarımız hüküm süren rüzgarın yönüne göre eğiliyor, dere kenarındaki bir kayanın dibinde bir su birikintisi gibi kalakalıyordu gözyaşlarımız...
Değişim kutsanmış ve kutsayıcı yüzüyle monsenyörün simgelediği üst tabakanın ortalarda görünmeyişinden çok, aşağı tabakanın tuhaf yüzlerinin ortalığa çıkmasıydı.