Diyelim gözünü kırpmadan birilerinin canına kıyanlar tuhaf bir biçimde yüceltilir ya da en hafif anlamıyla makul görülürken, bu sefil hayata ve kendine katlanamayarak çekip gitmeyi tercih edenler hor görülüyordu. Dünyanın ikiyüzlülüğüne bir lanet okuyup patatesli böreğimden bir parça yemek dışında yapabileceğim bir şey yoktu.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
—demeğe de dilim varmıyor ama—
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
"— Paydos..."— diyecek bize bir gün tabiat anamız,—
"gülmek, ağlamak bitti çocuğum..."
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...
—Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim…
—Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Altında da imza olarak bir kalp. Gülümseyerek kağıdı dudaklarıma götürdüm. Aşk böyle de aptallaştırırdı işte insanı. Boktan bir kağıt parçasını öpmek işten değildi yani.
Topraktan ateşten ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden…
…ve insanlar ellerini
korkmadan
düşünmeden
birbirlerinin ellerine bırakarak
yıldızlara bakarak:
– “Yaşamak ne güzel şey!”
diyecekler...
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve mademki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!