Müellif bir hakikati beyan etmiş. Essahtır ki her lisan-ı arabîyi öğrenen insan için şöyle bir serüven cereyan eder: Evvelce sadece dini metin ve vaaz gibi sair şeyler ile aşina olageldiği ve adeta bunları sırf mukaddes bağlamlara mahsus müstesna elfaz zannedip bunlara hususi bir hürmet ve muhabbet geliştirir; ne vakit ki günlük basit, sıradan, hususiyetsiz ve ehemmiyetsiz konuşmalarda dahi bu sözcüklerin istimal edildiğine şehadet(!) eder o vakit bir afyon patlar ki dönüşü kabil değil...
Şu halde denebilir ki asla ve kata İslam, Arap lisanı ve kültürüne indirgenemez ve bunlarla münhasır tutulamaz.
İslam, Türk örf ve ananesiyle; kemal ve ihtişamı Türkün sinesinde makes bulmuştur.
Gayrimüslim cemiyetler Türkün İslam telakkisinden mest olmuş ve bu mehasinden behte uğramıştır. Bu hal karşısında İslam nazarlarında pek şirin ve pek parlak görünmüş ve bu hal icabıyla kendilerini İslama sempati göstermekten, duymaktan alıkoyamamıştır.
Meseleyi eyyorlamam böyle ise de şöyle bir şerh düşmek faideden vareste olmaz suretinde mülahaza ederim:
Güncel Türk lisanı ecdat lisanı ile ahenktar olmalı, atasına yaraşır olmalı.
Ne öz Türkçedir diye bir sözcük tahkir ve tu kaka edilmeli ne de acemce veya falanca dildir diye takdis ve tebcil edilmeli.
Keyfimize yaraşan ve işimize gelen kelime bizimdir! Her biri Türkçeye cemal, kemal ve revnak katar, lisanımızı bostan-ı cinan eyler.
Vesselam.