“Seninle oynayamam, evcil değilim.”
“Evcil ne demek?” dedi Küçük Prens.
“Bağlar kurmak demektir.”
“Bağlar kurmak mı?”
“Evet, sözgelimi sen benim için yüzbinlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var ne de benim sana. Ben de senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için.”
“Biraz biraz anlıyorum,” dedi Küçük Prens, “bir çiçek var... Galiba beni evcilleştirdi.”
“Evcilleştirmek için ne yapmalıyım?”
“Çok sabırlı olmalısın. Önce benden biraz ötede çimenlerin arasında oturacaksın. Şöyle. Ben seni göz ucuyla süzeceğim, sen ağzını açmayacaksın. Çünkü sözcükler, yanlış anlama kaynağıdır. Her gün biraz daha yanımda oturursun...”
Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
“Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur,” dedi tilki.
“sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem.”