“Orhan Veli öldü. Ben bu satırları yazarken Orhan İstanbul morgunun teşrih masası üstünde yatıyor. 36 yaşında öldü Orhan. Türk şiirini kökünden sarsmış, yüzlerce şairi tesiri altında bırakmış, genç yaşta pek az kimseye nasip olan şöhret kazanmıştı.
Orhan, başka millette doğsaydı milletlerarası bir şöhrete de ulaşırdı. Son zamanlarda işittiğime göre ceketi olmadığı için gömlekle dolaşıyormuş.
Onun yüzde biri kadar sanatkâr olmayanlar, hatta insan olmayanlar bugün genel müdürlüklerde, sefirliklerde sefa sürüyorlar. Ve Orhan ceketsiz öldü.
...”
Kasım 1950
Alçaklığın, hainliğin, ikiyüzlülüğün, puştluğun;
kısacası cümle kokuşmuşluğun
at oynattığı bir dönemde
yaşamdan zevk alabilmek
ancak zayıfların bahtiyarlığıdır.
Esas olan sadece yaşamak değil,
insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır.
Teslim olmadan,
boyun eğmeden,
sürünmeden,
el etek öpmeden yaşamaktır...
...
aç! aç! aç!
açız çünkü,
açız
hem sade
içerde değil
güneşe,
yeşile,
toprağa,
açık havaya,
adam gibi çalışmaya,
insan gibi yaşamaya
sade içerde değil,
dışarda da açız
onun için de işte,
sahnedeki kadına değil asıl,
bu düzenin bazına asılıyoruz
aç aç aç diye haykırıyoruz.
bize okul, bize yol, bize fabrika aç!
...
Düşündükçe itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma, huzursuz etme kapasiteniz artar.
Tek başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz “kendi başına düşünme yeteneği olmayan sürü üyelerini” çileden çıkarır.
Bil ki unvan ahmaklığı saklamaz, aksine daha da görünür kılar.