İnsanın yalnız kaldığında bütün dünya yükünün bedenine çuvalladığını fart etmiştim. Kişi öyle anlarda diğerlerinden mesafelerce uzakta olduğu ve bir daha asla yakınlaşamayacağı hissine kapılıyor.
''Sanki yanan kitapları değil de kendisiydi. Ve yanmıştı.''
Tüm bireylerinin yaşayan bir ölü olduğu ev. Tüm umutların toprak altına girip saklandığı bir ev. Habil ile Kabil in 40 yıllarda İran'da vücud bulduğu bir ev.
Yazar bir evin tüm ruhunu, dilemmalarını gözler önüne seriyor. Bunu yaparken bilinç akışı yönteminden faydalanmış. Zaman kavramının yerle yeksan olduğu bir roman. İç seslerin, geçmişle mücadelenin, çocukluk dönemi travmalarının çığlık attığı bir roman.
Yazar eserde (hitler detayından anladığım kadarıyla) 40lı yıllarda İran Erdebil'de yaşayan esnaf bir aileyi anlatıyor. Dönemin İran'ında erkek ve kadın rollerini, iç dünyalarını, gelgitlerini, kültürel normlarını gerçekçi bir dille anlatmaya çalışmış. Bilinç akışı yöntemini seviyorsanız başarılı bir eser, tavsiye ederim. :)
Ölü RuhlarAbbas Maroufi · Etna Kitap · 2010177 okunma
“Ne zamana kadar yarayı kazımaya devam edeceksin” diyordum.
“Kökünden söküp atana kadar.”
“Daha ne kadar kitap okuyacaksın” dedim.
“İsrafil sura üfleyene kadar.”
Keşke Hitler olabilseydim bir gün. Kimin neyi varsa kendisinin değil Tanrı’nındır derdim. Bizler de Tanrı’dan geldik. Kutsal nur bizi de kapsar. Kitabımızda var, yoldadır geliyor.
İlksöz: Yaşam vardır ölümle biter, ölüm vardır doğumla başlar.
1930'ların İran'ı, daha doğrusu Güney Azerbaycan denilen İran'ın kuzeyi Erdebil şehri hikâyenin mekanı. Hikâyenin ortasında da ataerkil bir aile. Muhafazakar bir baba, tüm amacı çarşının iyi bir yerinde olan kuru yemiş dükkanını oğullarına devredip onların işi daha da
İlksöz: Yaşam vardır ölümle biter, ölüm vardır doğumla başlar.
1930'ların İran'ı, daha doğrusu Güney Azerbaycan denilen İran'ın kuzeyi Erdebil şehri hikâyenin mekanı. Hikâyenin ortasında da ataerkil bir aile. Muhafazakar bir baba, tüm amacı çarşının iyi bir yerinde olan kuru yemiş dükkanını oğullarına devredip onların işi daha da
Herkes uyusun da gönül rahatlığıyla kalkıp kitabını açıp okusun diye yatakta sağa sola dönüyordu. Kimi zaman kitapları yediğini düşündüğüm bile olmuştu; fakat sonunda kitaplar onu yemişti.
Abbas Maroufi; Çeviren: Veysel Başçı; Yakamoz Yayınevi; İstanbul, 2010, 317 sayfa; Roman
Konu 'İran Edebiyatı' olunca aklıma ilk gelenler Ömer Hayyam, Sâdık Hidâyet, Furuğ Ferruhzad, Samed Bahrengi, Sadık Çubek ve Saide Kuds oluyor. Şimdi bunlara Abbas Maroufi eklendi. Bir vesile ile Abbas Maroufi'nin FERHAT'IN NAAŞI adlı romanını okumuştum, Yazarımızla ilk tanışmamdı... Abbas Maroufi hakkında internetten araştırma yaptım fakat Yazar'ı tanıtan bir sayfaya ulaşamadım. ÖLÜLER SENFONİSİ adlı kitabın başında Abbas Maroufi ile ilgili bir tanıtım yazısı var; buradan alıntılıyorum:
Abbas Maroufi 1957 yılında Tahran'da dünyaya gelmiş. Çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptığı sıralarda gazetecilik ve senaristlik ile uğraşmış. Tiyatro alanında yazdığı piyeslerle ülkesinde adından söz ettirmiş. Hâlen İngiltere'de yaşayan Yazar, Sâdık Hidâyet Sanat Edebiyat Akademisi'nin kurucusu imiş ve bu akademinin başında bulunuyormuş.
Abbas Maroufi ÖLÜLER SENFONİSİ başlıklı bu romanında mutsuz bir aileyi anlatıyor. Aile bireylerinin yılgın, huzursuz geçimlerini anlatıyor. Üstelik yaşadıkları muhit kötü, kış günleri,,,geceleri karlı...
Okuyorken fenalık geçirmiştim, ruh hâllerim beni de aileden biri yapmıştı. Devrettiğim ânı yaşamaktayım günler geçmiş olsa da: İçinin havası boşalmış,,, sölpük bir balon olmuştum ben.