Evet, az önce, Françoise gelmeden önce, Albertine’i artık sevmediğime hükmetmiş, kusursuz bir tahlil yaptığımı, her şeyi hesaba kattığımı düşünmüştüm; kalbimin derinliklerini gayet iyi bildiğimi zannetmiştim. Ama zekâmız ne kadar keskin olursa olsun, kalbimizde yer alan tek tek duyguları algılayamaz; çoğu zaman uçucu halde var olan duygularımız, onları ayrıştırabilecek bir olgu tarafından katılaştırılmadıkları sürece, kendilerini belli etmezler. Kendi kalbimin içini açıkça görebildiğimi zannederken yanılmıştım. Ne var ki, zihnin en keskin algılarının bana sağlayamadığı bilgi, şimdi acının ani tepkisiyle, billurlaşmış bir tuz gibi sert, parlak ve tuhaf bir görünümde, karşımda belirmişti. Albertine’in yanımdaki varlığından hiç kuşku duymazken, ansızın Alışkanlığın yeni bir çehresini görmekteydim. O güne kadar, Alışkanlığı her şeyden çok, algılamanın özgünlüğünü, hattâ algılama bilincini ortadan kaldıran, yok edici bir güç gibi görmüştüm hep; şimdiyse, korkunç bir tanrıça gibi görüyordum onu; bu tanrıça bize sımsıkı bağlıdır, anlamsız çehresi kalbimize öylesine gömülüdür ki, neredeyse farkına bile varmadığımız bu tanrıça, bizden kopmaya, uzaklaşmaya kalktığında, akla gelebilecek en dayanılmaz acıları yaşatır bize, ölüm kadar acımasız olur.
Hata ve acı çekme kapasitemizde hepimiz eşitiz. Yalnızca hissetmeyenler acı çekmezler ve en yüksek, en saygın, en tedbirli insanlar önceden gördükleri acıları çekerler ve hor gördükleri başlarına gelir. Buna yaşam denir.
Sayfa 219 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Ne yazık onlara ki çıkarlarına dokunulmadıkça doğru yola gitmezler ve Allah’ın kendilerine sunacağı nimetleri bilmezler. Ne yazık onlara ki kalpleri temiz olmadığı için herkesi kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkâra bir fark gözetmeden kötülük ederler. Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar. Ne yazık onlara ki kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar. Onların, geleceği yaratan insanlar arasında yeri yoktur. Unutulacaklardır.
Sayfa 337 - İletişim Sinan Yayınları, Birinci Bölüm
EMEL (Alaycı): Artık hayatta yeteri kadar acı var, insanlar bunu görmek için tiyatroya gitmezler artık. Hem artık romantik hisler ve acılar öldü, gerçek acılardan yana insanlar! SERVET (Heyecanla): Hayır! Romantikler ölmez, his ve acı ölmez! İnsanlar büyük acılara her zaman ilgi göstermişlerdir. Büyük insanlar ve büyük acılar! İşte tiyatronun iki temel direği. ... Şimdi sıradan vatandaşların okuyucu mektuplarında yer alan dertleriyle seyircide merhamet uyandırmaya çalışıyoruz. Yani seyirciye kendisini göstermeye çalışıyoruz. İnsan, kendisi gibi olanlara merhamet eder mi hiç?
“Tüm öğretmenler ve kahyalar, çocukların isteklerinin sebebini bilmedikleri konusunda hemfikirler. Ancak bu dünyada yetişkinlerde çocuklar gibi davranır, nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilmezler, aynı zamanda gerçek amaçlarla hareket etmezler, bisküvi ve pastayla ya da sopayla yönetilirler. Buna kimse inanmak istemiyor, ama ben bunun çok aşikâr olduğunu düşünüyorum.”
Kitaplar mutluluğa açılan kapılardır. Yaşayamadığınız dünyaları tecrübe etmeniz için sunulan imkânlardır. Hiç bilmediğiniz hayatlara uzanan köprülerdir. Kitaplar güçtür, umuttur, ışıktır. Kitaplar ihtiyacınız olan her şeydir ve aşağılanmayı, alay edilmeyi hak etmezler.
Reklam
"Tüm öğretmenler ve kâhyalar, çocukların istediklerinin sebebini bilmedikleri konusunda hemfikirler.Ancak bu dünyada yetişkinler de çocuklar gibi davranır, nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilmezler, aynı zamanda gerçek amaçlarla haraket etmezler, bisküvi ve pastayla ya da sopayla yönetilirler.Buna kimse inanmak istemiyor, ama ben bunun çok aşikâr olduğunu düşünüyorum."
Artık hayatta yeteri kadar acı var, insanlar bunu görmek için tiyatroya gitmezler artık. (Sesini yükseltir.) Hem artık romantik hisler ve acılar öldü, gerçek acılardan yana insanlar!
İletişim YayınlarıKitabı okudu
Türklerin kanlı kurbanlarını bile, kan tabusu göz önüne getirilince, kansız kurban saymak gerekmektedir. Gerçekten, Türkler ve Moğollar, kurban hayvanlarını, kan akıtmadan, keserek değil, öldürerek kurban ederlerdi. İbn Fazlan, bunu şöyle açıklar: "Türkler hayvanları kesmezler. Koyunları başlarına vurmak suretiyle öldürürler." Subaşı el-Katağan oğlu Etrak, "ailesinden ve yakınlarından büyük bir kalabalığı davet ederek onların yemeleri için pek çok koyun öldürttü". Kurban (at veya koyun), tek damla kanı yere, toprağa damlamayacak ve kurbancıların üstüne gelmeyecek şekilde, öldürülür. Yakowlev'e göre, Güney Yenisey Vâdisindeki Türkler, koyun kurban ederken, hayvanın kanı dökülmeyecek tarzda öldürürler Kurbanın kanının dökülmemesi konusunda, Cengiz Yasası'nda şu yargı ve yasak vardı: "Bir hayvan yemek için öldürülürse, ayaklarını bağlamak, karnını açmak ve kalbini elle hayvan ölünceye kadar sıkmak lâzımdır. Ancak bu takdirde eti yenir. Eğer bir kimse hayvanı Müslümanların kestikleri vechiyle keserse, idam edilmelidir Radloff'un verdiği bilgiye göre, Altaylılar ve Teleüt'ler, kurban edilen atın bir damla kanını akıtmaksızın, öldürme işini bitirirler. Sonra de isini bütün olarak çıkarırlar. Buna, "Baydara" denir. Bu deriyi, "Tükölö" veya "Taskak" denilen, kurban sırığının üzerine asarlar. Sonra, etini parçalara ayırırlar.
Sayfa 43 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
dünyâ yolculuğunun nasıl güzel tasviri bu?
İnsanlar, bu dünyada asıl yurtlarına doğru deniz yolculuğu yaparken bazı ihtiyaçlarını temin etmek üzere bir adaya uğrayan yolcular gibidir. Bu yolculardan bir kısmı ihtiyaçlarını giderip hemen gemiye döner ve en rahat yerlerde otururlar; bazıları adanın güzelliğine kapılıp oyalanırlar bu yüzden gemiye geç geldikleri için hem uygun yer bulamazlar hem de adadan topladıkları çiçekler, kıymetli taşlar yolculuk boyunca başlarına dert olur. Bir grup ise gemiyi büsbütün unutarak tabiatın çekiciliğine kendini kaptırır ve Geminin kalktığını bile fark etmezler sonunda acılar içinde kıvranarak ölürler, işte dünyanın çektiğini kapılarak ölümden sonraki hayatı unutanların akıbeti budur.
Reklam
Hata ve acı çekme kapatitemizde hepimiz eşitiz. Yalnızca hissetmeyenler acı çekmezler ve en yüksek,en yaygın,en tedbirli insanlar önceden gördükleri acıları çekerler ve hor gördükleri başlarına gelir. Buna yaşam denir.
Ebu’d-Derdâ(¹¹) radıyallahu anh, her gece Müslüman kardeşlerinden bir grup için dua ederdi. İmam Ahmed B.Hanbel, bir keresinde Şafiî’nin oğluna şöyle demişti: “Senin baban, her gece seher vaktinde dua ettiğim altı kişiden biridir.” İki grubu birbirinden ayıran şey şudur: Dünya âlimleri, dünyada baş olmayı isterler ve çevrelerindeki insanların ve lehlerindeki övgünün çok olmasını severler. Ahiret âlimleri ise bunları asla tercih etmezler. Onlar bu gibi şeylerden korku duyarlar ve bunlara müptela olanlara acırlar. Nehaî (¹²) asla bir direğe sırtını dayayıp yaslanmazdı.
Sayfa 26 - Tahlil Yayınları
Artık hayatta yeteri kadar acı var, insanlar bunu görmek için tiyatroya gitmezler artık. Hem artık romantik hisler ve acılar öldü, gerçek acılardan yana insanlar!
Sayfa 24 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
* Artık hayatta yeteri kadar acı var, insanlar bunu görmek için tiyatroya gitmezler artık. Hem artık romantik hisler ve acılar öldü, gerçek acılardan yana insanlar!
Sayfa 24 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
752 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.