"(...) giderek mizahın polemik biçimi de sorgulanabilir hale geldi. Artık anlaşılabileceğinden emin olamaz ve bütün sanat biçimleri içinde bir boşlukta tek başına sürüp gitmeye en az elverişli olanı polemiktir. Birkaç yıl önce faşizmin, kurbanlarına karşı ağır bir saygısızlık etmiş olmadan, komik bir şekilde ya da parodi halinde sergilenip sergilenemeyeceği tartışılmıştı. Faşizmin budalalığı, ikinci sınıf komedyenliği ve bayağılığı apaçıktır, Hitler ve yandaşları ile sansasyon basını ve jurnalciler arasındaki gönüllü akrabalık da öyle. Gülünebilecek bir şey değildir. Kanlı gerçeklik bir tin değildi, tinin alaya alabileceği bir kötü tin de (Ungeist) değildi."
Sayfa 155 - Metis Yayınları, Çevirenler: Sabir Yücesoy - Orhan Koçak, Dördüncü Basım: Ekim 2015Kitabı okudu
Kültür endüstrisini akıllı kimselere açmak zaten büyük ölçüde yukarıdan düzenlenen piyasanın işlevidir.Piyasanın en parlak zamanlarda bile özgürlük, sanatta ve diğer tüm alanlarda aptalların açlıktan ölme özgürlüğünden ibaretti.
Bilindiği üzere, Sirenler efsanesi sesin baştan çıkarıcılığını simgeler. Sirenler bizi, daha iyi kararlarımızı bir yana bırakarak teslim olmaya, rasyonel farkındalığımızın sınırlarının ötesine geçmeye çağırarak, aklın atıl kaldığı bir sırada şarkı söylerler. Aydınlanmanın Diyalektiği'nde, Sirenlerin şarkısının sanatın kökenlerinde yatan o uyuşturucu kendinden geçişi ve Dionysosçu neşeyi ete kemiğe büründürdüğü, "benliğin coşkunlukla askıya alınması"na yönelik açık bir arzuya cevap verdiği ileri sürülür. Adorno ve Horkheimer kültür endüstrisinin Sirenvari cazibesine dair daha sonraki düşüncelerinde ödünsüz bir kararlılıkla Sirenlerin tehlikelerini vurgulasalar da, Sirenler kendini kaybetmenin hazlarını ve tehlikelerini temsil eder. Sirenlere teslim olmak, sadece kişinin iradesini devre dışı bırakması anlamına değil, aynı zamanda o iradeyi dışsal güçlerin denetimine bırakması anlamına da gelir. Sesin müzik ve müzikalliğinin bir gücün buyruğuna girme, yabancı yahut doğaüstü bir güç tarafından ele geçirilme düşünceleriyle bu kadar yoğun şekilde iç içe olması, bunların büyülenme soykütüğü ve fenomenolojisiyle ilişkisine dikkat çeker. Bu ele geçirilme hissi sadece bilinçli bir şekilde tasarlamadığı sözcüklere ses veren şairi değil, bilinçli olarak açıklayamayacağı bir biçimde bu sözcüklerin tınısının etkisinde kalan okur yahut dinleyiciyi de sarıp avucunun içine alır.