Dünya kadınlar günü ilan eden birleşmiş milletler yani Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da, Yemen'de yüz binlerce kadının katledilmesine sessiz kalan birleşmiş milletler.
Milli Gazete "ERBAKAN HOCA" Özel Sayısı...
80'li yılların sonlarında, Erbakan Hocamızın bazı çalışmalarına iştirak etmek üzere birkaç günlüğüne Afganistan'dan Türkiye'ye gelen Burhaneddin Rabbani, İzmir'den kendini uğurlayan Milli Gençlik Vakfı'ndan ağabeylerimize şunu söylemiştir: "Erbakan Hoca'nın yaptığı cihat, bizimkinden çok daha zor. İnsanları ikna etmeye çalışmak, düşmana karşı tetik çekmekten çok daha zor." Salih Turhan...
Reklam
Uçurtma Avcısı’nda Hosseini; “Afganistan'da çocuk çok ama çocukluk yok” der. Dünya da öyle değil mi? İnsan çok ama “insanlık” yok. t.co/HHCcRRMpat
Çocuk her yerde çocuk değildir; Suriye' de kayıptır... Yemen' de aç' tır... Gazze' de şehittir... Afrika' da işçidir... Afganistan' da yaralıdır... Irak' da yetimdir, öksüzdür... Türkistan, da mazlumdur, mağdurdur... Avrupa, da ya prenstir, ya da prenses...🥀🥀
Sıddıki birçok Müslüman gibi Bosna, Çeçenistan ve Afganistan savaşlarına karşı duyarlı ve bu savaşlara yardım eden veya en azından mülteci veya öksüzlere yardım eden kurumlarla bağlantıya geçmiş.
"Milli Kütüphane Müdürü Müjgan Cumbur, bir gün kendi evinde demişti ki; "Unesco 1967 yılında, Afganistan'da bir "Yazma Eserler Semineri" düzenlemişti. 10 gün süren seminere, Türkiye adına ben katılmıştım. Çalıştığımız binanın önünde, seminere katılan delegelerin mensup oldukları milletlerin "bayrakları" dalgalanıyordu. Bayrağımızın gönderde dalgalanması, Özbekler arasında büyük bir heyecan doğurmuştu. Gruplar halinde geliyorlar ve bir denizi, efsanelerle yüklü bir dağı veya muhteşem bir manzarayı seyreder gibi saatlerce bayrağımızı seyrediyorlardı. Beni Emanullah Han'ın köşküne yerleştirmişlerdi. Köşk, Kabil'in 10 km dışındaydı. Bir sabah, çok erken saatlerde, bir kaval sesiyle uyandım. Çağıran, yalvaran, hıçkıran bir kaval sesi. Heyecanla pencereye koştum. Gördüm ki 70-75 yaşlarında bir dede, benim pencereme bakarak kaval çalıyor. Giyindim ve dışarı çıktım. Yaşlı Özbek'in yanına gittim. Kavalını duvara dayadı. Beni derin bir saygı ve sevgiyle selamladıktan sonra sordu: "Bizim bayrağımızı Kabil'de dalgalandıran o kadınefendi sen misin?". "Benim baba!". "O bayrak Türkiye'de dalgalandıkça, biz burada yitip- bitmeyeceğiz. Gördüğün gibi ben bir çobanım ve Türk'üm. Sordum soruşturdum, burada kaldığını öğrendim. Geldim ki, seni kaval çalarak uyandırayım ve sana süt ikram edeyim" Orada bulunduğum günlerde, o 75'lik dede, her sabah beni kaval çalarak uyandırdı ve bana her sabah, koyunlarından sağıp getirdiği sütten ikram etti." Yavuz Bülent Bakiler, Üsküp'ten Kosova'ya, s. 56-57.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.