Su çiçeklerinin en güzel yanları
budur,
Giderken gölgelerini verirler suya.
Güz akşamları dal kıpırdamazken,
Suda halkalanan gözleridir
Sen de gölgeni bırak bana.
Gönlümün bin güzelliğiyle inanıp
sevdiğim,
Güzelliğini burada ince ince aratma.
Bir kıyıya, bir gün inen fırtına gibi
Birdenbire bir şeyler bırak.
Bir şeyleri soğut,
bir şeyleri yak,
Dağıt bir şeyleri,
bir şeyleri kur.
Kendini hiç yokmuşsun gibi aratma.
-Afşar Timuçin
Kendini kendine saklayan insan aşkın eşiğinden geri dönmek zorundadır. Aşkın kapısından girmek isteyip de bunu bir türlü başaramayan nice insan düpedüz bu anlamda kendine yenilmiş insandır.
Flaubert'in hafif duygulu gerçekçiliğini Zola'nın doğalcılığı izler. Emile Zola, halkı, halk yaşamını tüm girdisi çıktısıyla romana getiren ilk romancıdır. Bu yüzden yapıtları tarihsel belge niteliği taşır. Balzac'ın romanları gibi onun romanları da toplumsal ve iktisadi yaşamla ilgili doğruların araştırılması için değerli bir kaynaktır. Halk insanı sorunlarıyla, açmazlarıyla, gülünçlü ve acıklı yanlarıyla, her şeyiyle yerleşmiştir onun romanlarına. Bir halk insanı olan Zola, çalışma alanı olarak, gözlem ve deney alanı olarak, yoksul insanlar kesimini, gelişen sanayi düzeniyle bunalmış insanlar kesimini seçmiştir. Zola sanayi devriminin getirdiği tüm bunalımları görebilmiştir, bu bunalımları en alt kesimde, acılı görünümler altında doğrudan doğruya yaşamış ya da paylaşmıştır. Balzac'da sarsılan burjuva sınıfının açmazları, Flaubert'de bu sınıfın değişim istekleri, Zola'da yalnızca halk insanının acıları vardır.