Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Ben sana mecburum sen yoksun
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun
Sayfa 85
Ölüm
“Nihayet uzandığımda faydalı olacağım O zaman ağaçlar bir kereliğine olsun dokunabilir bana,çiçekler zaman ayırabilir...''
Sayfa 21
Reklam
Kim bilir, kim bilebilir ne güzel bir histir tam olmak? sıradan bir ailede dünyaya gelme kaderiyle taçlanmak. orada güvende büyümek sancısız acısız korkusuz. sahi korkmamak nasıl bir histir kim bilir, kim bilebilir? sobanın yanında hep birlikte yenen akşam yemekleri şubat sonlarında. bahara çok yakın. oracıkta, anne, baba, çocuklar ve sıcak yemekler hep bir arada. ödevlerini tamamlamış bir çocukluk neşesiyle. şakalar ve bilmeceler eşliğinde. önce dört ayaklı, sonra iki, sonra üç ayaklı olan kimdir? kimdir? kimdir? ben cevap vereceğim. Hayır ben. insan. insandır. İnsan insanın ilacıdır. başka bir dünyada, başka bir ülkede, başka bir şehirde, başka bir sokakta, başka bir evde insan insanın ilacıdır. iyi gelir yan yana durmak. hep bir arada. hiç yıkılmayacakmış gibi. hep sonsuzmuş gibi, orada, kadim. bir arada. beraber ve mutlu. kim bilir, kim bilebilir sıradan bir ailede büyümenin verdiği o dünyalara sığmaz güveni. kim bilebilir… annenin asla delirmeyeceğini, babanın her akşam eve döneceğini ve kardeşinin hiç terk etmeyeceğini bu kabuğu? öyle sarsılmaz bir inanç. öyle keskin bir bilgi. ve genç kız olmak o kabukta, yeryüzünün tek ele geçirilmez kabuğu, duvarları 5 metre kalın, çatlamaz, kırılmaz. dışarıdan ve içeriden ve hatta derinde hiçbir düşmanın yıkamayacağı o iç dünyada büyümek, ağaçlar hep aynı yerde, duvarlar hep aynı kalınlıkta, bahçe desen bahçe, uyku desen uyku. var olmak böyle bir şey olmalı. kim bilebilir?
/Hicret insanlarıyla bir odada oturduk Kardeşim Rasim ağlamayalım dedi Çünkü onlar daha kavi İşte heyecan dolu bir farsça Anlamı uçaklar bombalar farkedilmez ağaçlar kuşlar Mücahit kaya toprak sarınmış Şimdi Rus başını zırhlısından çıkaracak Yürekli bir farsça tam alnından vuracak Bir özbek bileğimizden kavrıyor -Mezarışerif kendine kafir yanaştırmaz Bize görünmez ama orda Rus bakar her şeyi asker görür/
Sayfa 28
Şimdi bir derin mavide akşam oluyor Gök mavi deniz mavi Mor dağlar yeşil ağaçlar mavi Bozuk düzen mavi gecelerden sesleniyorum sana Ne opera aryaları Ne beşinci senfonisi Beethoven'ın Bir yalnızlık marşıdır çalınıyor uzakta Gün ışığı arkamızda kaldı bak Tanyerinde unuttuk gözlerimizi Gel artık Hayata yeniden başlayalım Gel artık Bu mavilerde kimseler görmez bizi
Sayfa 18 - Kader Kapıyı Çalıyor / (Andante)Kitabı okuyor
Şimdi bir derin mavi de akşam oluyor Gök mavi deniz mavi Mor dağlar yeşil ağaçlar mavi Bozuk düzen mavi gecelerden sesleniyorum sana...
Reklam
Ormandaki en uzun meşe sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır. Diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını engellemediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de en uzun meşe o olmuştur..
Sayfa 23 - Mundi Kitap, Malcolm Gladwell (Outliers)Kitabı okuyor
“içimizden bazıları anlam istedi” | Tan Babür’den bir şiir.
"antihalife’den geldiğimizde alın kemiklerimize mıhlanmış birer yıldız bulduk ama kim olduğumuza dair bir fikrimiz yok
" Ey mezar taşının çalınmasına razı olan ecdad, ey çalınan musluğunu bekleyen çeşme, ey sonsuzluğu unutan yollar, ey filizini koparana meyve veren ağaçlar ve ey taş yerine başımıza yağmur yağdıran gökler, söyleyin; biz hangi milletiniz?"
Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime, hep aynı nağmeyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler, ağaçlar, deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lakin siz bunların hiçbirini göremezsiniz.
Reklam
Çocuk duası gibi yaşadık. Büyük isteklerimiz olmadı hiçbir zaman. Biraz sevgi, yeterince saygı, bir tutam mavi, bir salkım leylak, kuşlar, ağaçlar, tebessüm eden yüzler ve okunmayı bekleyen kitaplar... Çok mu? bir kuş uçuyor içimde hüzün kuşu koydum adını. kalbimden başka gidecek bir yeri yok. inatla yaşamaya çalışıyor yaralı kanatları kırık
Bu ağaçlar, çiçekler ketumdur. İnsan değil ki ihanet etsin!
Baharın ilk günleriydi, hava açıktı, cıvıl cıvıl bir güneş vardı. Alanın bir ucunda, yıkılan ya­pının birkaç yüz metre ilerisinde yer alan küçük parktaki ağaçlar tomurcuklarını patlatmak üze­reydi. Geçen yıldan kalma sararmış kuru ot öbek­leri arasından körpe yeşil filizler baş göstermiş­ti; toprakta olsun, havada olsun doğanın neşeli bir bayram şenliğine hazırlandığı seziliyordu.
DOKUZ - OĞUZ MENKIBESİ
Dokuz - Oğuzlar evvelce, Kumlançu adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gökten bir nus nütunu indi. Bu ağaçlardan biri sümü yani huş yahut kayın ağacı (bouleau), diğeri kasuk (yani Cihangüşâ’ya göre çamfıstığı, Mahmud-i Kâşgarî’ye göre fındık) ağacı idiler.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.