Dün kıtasından geri kalmış bir ere rasgeldim. Ağırlığı on defa daha ağır, esvabından, kundurasından, atından başka üstünde ne varsa hepsinden şikayetçi idi. Geçerken bana döndü:
-Bir su doldur hemşeri...
Temiz bir bardak içinde berrak bir su verdim. birkaç bardak içti.
Dudaklarının kenarından sızan su, kaç gündür çenesinde biriken tozu ince çizgileriyle yarıyor ve çamur hatları vücude getiriyordu. Uzun bıyıklarından ve uzamış sakalından akan suları avuciyle silerek:
-Canına değsin, burası Kerbela...dedi.
Gitmeyi düşünme hemen karar ver
Benden çok seven olamaz kal gitsin...
Derdin kederin ne varsa amenna,
Hepsini üzerime sal gitsin...
Yoluna yokuşuna nazına kurban,
Ömrüne, baharına yazına kurban
Olsun bu can senin canına kurban
"Ağır akan su kayayı oymuş, kardelen çiçeği donuk toprağı delip başını çıkarmış, zarafet kabalığı yenmiş, dişilik bir kez daha erkek üzerindeki yumuşak zaferini sessizce ilan etmişti."
Bu seriyi yorumlayabilmek için üzerinden uzunca bir süre geçip kitapları yeterince sindirebilmeyi bekledim. Doğruluğuna inandığım bir şey var ki biz kitapları değil kitaplar bizi seçip hayatımıza giriyorlar. İçinden çıkamadığım meselelerin olduğu bir dönemde sevgili Funda Uçuk Er'in başlattığı bu tasavvuf yolculuğuna eşlik etmek bana şifa
Güneyde Boruşehir tarafında gecenin bir yansında insanlar, vadide esen, rüzgarı andıran büyük bir gürültü duydular ve yer sarsıldı; herkes korktuğundan kimse yerinden kımıldamaya cesaret edemedi. Fakat sabah dışarı çıktıklarında hepsi şaşakaldı; çünkü öldürülmüş olan orklar gitmişti; ağaçlar da. Aşağıda, uzaklarda Miğfer Dibi vadisinde çimenler