Nihayet Orhan Pamuk ile tanıştık. Geç mi erken mi? Bana göre tam zamanında. Bu zamana gelene kadar çok direndim ama okumayacağım diye. Sevgili
Ayşe* ve
NigRa bir yandan bastırırken oku diye, ben diğer yandan ayak diredim hep bu zamana. Bu tanışma da Yıldız Ecevit’in
Türk Romanında Postmodernist Açılımlar da etkisi yok değil tabi. Son zamanlarda kuram okumalarım devam ederken, adını sıkça duyduğum ve şiddetle okuma isteği hissettiğim Yıldız Hocanın kitabını edindim en son. Kitap açıklamalarını daha önceden yazılmış eserlerden yapıyordu. Bu eserlerden birisi de Benim Adım Kırmızı. Okuyacağız artık çare yok.
Okumaya başladım. Kapak yazısı. Aşk mı polisiye mi? Aman Allah’ım. Bir an camdan aşağıya atıvereyim şu kitabı dedim. Neyse kitap bu atılmaz ya. Aldık da hem, okumak lazım. İç sayfalara geçince ne olduğunu şaşırdım bir an. Konuşan ölüler, nefesini yüzünüze soluyan bir katil, meddahlar, nakkaşlar, bilinmeyen yerler… Kitabı 100-150 sayfa okuduktan sonra ancak taşlar yerine oturdu.
Kitap da ben anlatıcı kullanılmış. Romandaki olaylar bir yandan akarken bir yandan da sırayla romanın karakterleri kendi gözlerinden size yaşadıklarını anlatıyor. Bu karakterler arasında öldürülen bir şahıs var ve sizden katilinizi bulmanızı bekliyor. Katil de aynı zamanda bu anlatıcı karakterler arasında. Gördükleri ve düşünceleri üzerinden sizinle konuşuyor. Roman boyunca katilin peşinden koşuyorsunuz. Tabiki bu o kadar da kolay değil. Yazar ve katil sizinle dalga geçiyor. Yazar romanın içine bir de güvenilmez anlatıcı yerleştirerek okuyucunun işini iyice zorlaştırmış. Tam katil bu dediğiniz an da bir kişinin düşüncelerini öğreniyorsunuz ve tüm düşündükleriniz alt üst oluyor.
Romanının ana kurgusu bu şekilde ilerlerken yan kurgu da bir de aşk hikayesi ilerliyor. Bu kadarla da sınırlı değil tabiki. Romanda geçen olaylar 1591 yılında yaşanıyor. Ana karakterler nakkaş ve olaylar nakkaşhane etrafında dönüyor. Nakkaşların sanatlarına bağlılıklarını, nakkaşhane kültürünü soluyorsunuz. Aynı zamanda bu nakkaşlardan bir çok eski üstadın çizdiği minyatürlerin hikayelerini öğreniyorsunuz.
Daha neler neler. Meddahlar, saray hazineleri, tasavvuf, ölüm, şeytan, yaşam, sanat.. Bunlar çok güçlü bir dil ve gerçekçi olarak anlatılmış. İki, üç sayfayı bulan cümleler var bazı bölümler de. Kitap bazı okuyuculara zor gelebilir ama bence dili o kadar da ağır değildi. Benim edebiyat için bir düşüncem vardır; cümleler, kelimeler okuyucuyu yormamalı, okuyucuyu yazarın anlattıkları yormalı, diye. Bu kitabı da tam bu düşünce üzerine buldum.
Kitapla ilgili bir diğer düşündüren konu da anlatılan hikayelerin ve kişilerin doğru olup olmadığı olduğu. Postmodernizmde tarihin yeniden yazımı çok kullanılır. Bazı kişileri araştırdım ve gerçekten yaşadıklarını öğrendim. Yazarın resme derin ilgi duyduğunu biliyoruz. Bu hikayelerin tamamını doğru ve bir kültürün öğeleri olarak kabul edebiliriz. Yine de roman bu, doğruluktan yazarın sorumluğu yok. Postmodernizmle ilgili bir diğer konuda kadim hikayeler ve dinsel öğeler üzerinden yapılan ironidir. Dini bilgime göre, yazar bu topa hiç girmemiş ki , birçok düşünce içinde kitabın içinde kaynak vermiş.
Kitap da bir okuyucu ne isterse hepsi var. Aşk, polisiye, sanat, bilinmez diyarlar, roman sanatının yenilikleri, kadim hikayeler, okuyucu konuya dahil etme, edebi doygunluk, güvenilmez anlatıcı. Biraz zor okunuyor ama her okuyucunun eserden keyif alacağını düşünüyorum.
--------------------------- Yoğun Spoiler içerir---------------------------------
Neyse genel bir tanıtım yazısı yazdık. Bundan sonra kitabı okuyanlarla dertleşelim biraz. Yahu şu katil olayı beni mahvetti. Hele şu üçkağıtçı Kelebek yok mu, ne pis adammış ya. Keşke katil o çıkaydı. Ben Zeytin’i sevmiştim. Gariban kendi halinde bir adamdı.
Dedim ya kitabı 100. Sayfada anlamaya başladım diye. Hemen bizim üç nakkaşın bölüme döndüm. Tek tek okudum. Beni kitapta en çok çarpan bölümlerde onlar oldu. Şu kelebeğin dediğine bakın;
“Onun bakışı ve idraki ile sınırlanarak beni anlamaya çalışmayın ve size doğrudan ben
söyleyivereyim kim olduğumu. Elimden her şey gelir. Eğlenerek ve gülerek, Kazvinli eski
üstatlar gibi çizer, renklendiririm. Gülümseyerek söylüyorum: Herkesten iyiyim Ve sezgilerim
doğruysa eğer, Kara'nın buraya geliş nedeni olan müzehhip Zarif Efendi'nin kaybolmasıyla
benim hiç mi hiç alakam yoktur.” s. 81/Kelebek
ve hemen arkasından söylediği cümle;
“Çok çalışırım ve severek çalışırım. Mahallenin en güzel kızıyla yeni evlendim.
Nakşetmiyorsam onunla deliler gibi sevişiriz. Sonra yine çalışırım. Demedim bunları. Büyük
bir meseledir, dedim. Eğer nakkaşın fırçası kâğıdın üzerinde harikalar döktürüyorsa, karısına
girince aynı şenliği kopartamaz, dedim. Tam tersi de doğru olup, karıyı mutlu ediyorsa
nakkaşın kamışı, kâğıdın üzerinde öteki kamış sönük kalır, diye ekledim. Nakkaşın hünerini
kıskanan herkes gibi, Kara da bu yalanlara inanıp sevindi.” s. 81 / Kelebek
Tam bir güvenilmez anlatıcı var karşımızda. Bildiğin yazar okurun kafasını allak bullak etmiş. Sinirli bir de bu Kelebek, tam profesyonel katil.
“Bu kıskanç nakkaşlar kalabalığının iftiralarını, sırf ciddiye aldığı için, bu budala Kara'nın, o
Çerkez kafasına hokkayı indirmek geldi içimden.” s. 82/Kelebek
Sonra Zeytin’e geçtim. Zeytin’inde son cümlesi efsane. Hiçbir katil söyler mi bunu. Zarif Efendi’nin öldüğünü duyduğunda verdiği tepki.
“Allah’ım sen bizi koru.” s. 97/Zeytin
Allah’ı var Leylek bir pislik yapmadı. Bu konuşmalardan sonra Zeytin’i kenara koyup, Kelebek’i birinci plana yerleştirdim. Katille ilk karşılaştığımız bölümü tekrar okudum. Şu iki cümleden katili üsluptan yakalayacağımızı anladım.
“Üslup diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamıza yol açan bir hatadır yalnızca.”
“Kar, benim imzam olarak görülebilecek bütün izleri örtüp yok etmiş. Bu Allah’ın da üslup ve
imza konusunda benimle ve Behzat'la aynı fikirde olduğunu kanıtlıyor. “
Tekrar Kelebek’e geldim. Şu cümleden imzaya önem verdiği anlaşılıyor ama nasıl güveneceksin.
“Çünkü hakiki yetenek ve hüner, altın ve ün sevgisiyle bile bozulmaz. Hatta, doğrusunu
söylemek gerekirse, bana olduğu gibi, para ve ün hüner sahibinin hakkıdır ve onu aşka
getirir. “ s. 76 /Kelebek
Aklımda deli sorular. Devam ettim okumaya. Leylek’in savaşla ilgili birçok resim yaptığını biliyoruz ve eniştenizin ölmeden önce okuyucuya attığı kazığa bakın.
“... senin de gençliğinde çizimine katıldığın topların, tüfeklerin, çadırların hepsi;.... hepsi,
hepsi yok olacak."s. 197/Enişte
Leylek de yeniden devreye girdi derken Üstat Osman neyseki yeniden imdada yetişip bizi üslup konusuna geriye döndürdü.
“ Çok gururludur; bu da, imza atacak kadar kendini küçük görebiliyorsa bunun görülmesini ve
bilinmesini ister, attığı imzayı saklamaz anlamına gelir.” s. 295/Üstat Osman - Zeytinin
Sıfatları
“ Musavvir Günahkâr Mustafa Çelebi diye imza attığını gördüm. Çünkü bir üslubum var mı,
yok mu, olmalı mı, varsa imzayla ortaya konmalı mı, eski üstatlar gibi saklamak mı,
alçakgönüllü imza atmayı mı atmamayı mı gerektirir gibi meselelere kafayı takmadan
imzasını gülümseyerek ve bir zafer duygusuyla atar.” s. 300/Üstat Osman - Leylekin Sıfatları
Yine Leylek devreden çıktı ve nihayet at çizimi. Hiç düşünmeden çizen Kelebek, üçkağıt yapan Leylek ve kuşkuyla farklı bir çizim yapan Zeytin.
“Atı çizişimden kim olduğumu anlayabildiniz mi?
Bir at çizmem istendiğini işitir işitmez, yarışma olmadığını, çizdiğim attan beni teşhis etmek
istediklerini anladım. Kaba kağıda yaptığım at alıştırmalarımın zavallı Zarif Efendi'nin
cesedinin üzerinde kaldığının farkındayım. Ama bir kusurum, bir üslubum yoktur ki benim
çizdiğim atlara bakıp kim olduğumu bulabilsinler. Bundan emindim emin olmasına, ama yine
de atı çizerken bir telaşa kapıldım. Enişte'nin atını çizerken, kendimi ele verecek bir şey
çizmiş olabilir miydim? Şimdi farklı bir at çizmeliydim. Bambaşka şeyler düşündüm bu sefer, "kendimi tuttum" da kendim olmadım.
Ama ben kendim kimim? Nakkaşhanenin üslubuna katılmak için kendi içindeki harikaları
saklayan biri miyim ben? İçindeki atı bir gün zaferle çizecek biri mi?”s. 321/Katil
Tam 321. Sayfada netleştirebilmişiz katili. Hala içimizde bir şüphe olmasına rağmen artık başka bir veri yok gibi. Sonradan öğrendik ki “Allah’ım sen bizi koru.” İnancının kaybetmiş. İronini kralı değil de ne bu? Aynanın diğer tarafına baktığınız da bambaşka bir anlam. Yine katilin konuşmalarından önceden savaş resimleri çizdiğini de öğrendik.
Bu kitap aklıma geldiğinde iki şeyi hatırlayacağım ilk önce. Birisi bu ironi ikincisi de güvenilmez anlatıcının katil ben değilim deyişi. Bunlar efsane işler. Ustalık böyle bir şey heralde.
Herkese Keyifli okumalar dilerim.