"Beni kimse anlamıyor. Ben bu kulakların dinleyeceği ağız değilim."
Geçici bir yorgunluk yok üstümde. Korkarım ki bana yeryüzünde tek sadık kalan şey bu yorgunluğum. Bıkkınlık olsa geçerdi. Kırgınlık olsa dinerdi. Ama yorgunsanız; hele ki ruhunuz yorgunsa... Tarifini bile edemeyeceğim size. Bir yerde durup dinlenebilsem keşke. Yok mu bu hayatın bir kıytı köşesi? Ağlayacağım bir omzu? Ya da dinleneceğim bir çıkmaz sokağı? Eyvallah. Yok sanırım. Zaten ben bu hayattan ağzımın payını daha çok küçükken aldım. Cevabını bildiğim soruları gelip burada size yöneltmek boşboğazlık oldu. Affola. Ömrüm zaten bir kağıda, bir kaleme muhtaç yaşamakla geçti. Tek hellaliğini istediğim hokkalı mürekkebim ve gözyaşlarımla dolu şu kara-körü sayfalardır. Ben anlattım kalemim yazdı. Ben ağladım sayfalarım dinledi. İnanın kaç bin sayfa dinledi beni; ben kaç bin sayfaya anlattım kendimi bilmiyorum. Tek bildiğim siz ademoğlunun hayatımda bir kağıt, bir kalem edemediği.