Bana tarif edilmeyeni et dedin. Bu nasıl mümkün olur Devletlim?
Bilirim, hep olmazları oldurur, muhalin başını imkân tarağıyla tararsın. Ama gene de insaf et Devletlim, bende o taşları su gibi akıcı, bulutlan kaskatı dondurucu, ateşleri bahar rüzgârına çevirici kudret nerede, söyle nerede? Acaba târif edilmeyeni et, derken, yedi cehennemi yakıp kül edecek bu gönül ateşini mi dile getirmemi istedin? Ah Devletlim, sana evvelce de söylemiştim. Güneşler doğar batar, yıllır yılları, devirler devirleri kovalar; dünya seyrinde, kâinat devrinde, sâdık köleler gibi durmadan, durup dinlenmeden, eskiyip yenilenir. Ve bu bir yandan ölüp bir yandan dirilen cihan, yiğitlerin kuvvetleri, cihangirlerin pazuları, zekâ ve idrak hamlelerinin harikaları ile mâmur olup âhenklenirken, her zorluğu yenen, her müşkili başaran insanoğlu bir âşık gönlünün o kendini ve kâinatı yağmaya veren yanıklığını dile getiremez. İzin ver Devletlim, izin ver de bu akşam, lafza gelmez bir kıyâmetin karşısında her zamanki gibi derin derin susayım.