"Ah, ne delilikler yaptım bir bilsen! Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmeden önce fırlatıp attığın izmaritini çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için kutsal bir nesne saydım..."
"Gazze’de şehitlerin getirildiği çadırda tek başına kalan üç aylık bir bebek. Çadırdaki diğer şehitler aileleri veya tanıdıkları tarafından teslim alındı. Ancak bu bebeği tanıyıp alan çıkmadı. Annesi, babası ve akrabaları hayatta mı bilinmiyor. Gazze’de durum bu."
"Ah bebem
Rüzgâr saçlı bebem
Bilsen insanların hâlini bir
Bu kara yalnızlıkta körelen
Işık benimdir."
Küçük İskender
Ayak izlerimizde ölüp erimiş peri pelerinleri
Periler birbirine düşman, pelerinler birbirine küs
Sana bugün bir mektup yazdım:
En çok
En çok güllerden sözettim
Makus bir akşamcı gibiyim,
Şarabıma eşlik eder gecelerim
Sol yanım gibi eksiliyor şişelerim.
Dolmuyor bana bıraktığın günlerim.
Ve güzel gözükmüyor aynada seyrettiğim
Ah bilsen, sesini okşamayı nasıl özledim
Hatıralarımızı siliyor kahpe zihnim
Tanrım, sensiz eve nasıl girerim!
Sahi ben haram gecelerde,
Yarım kalan kadehler miyim?
-Kübra Nur Gümüş
İnsan her zaman annesini sever mi?
Babasızlık nasıl bir duygudur? Ya da annesizlik?
Sevdiğiniz halde başkaları için sevmiyormuş gibi davranmak zorunda kaldınız mı hiç?
Geçmiş her zaman geçmişte kalır mı?
Fakirlik utanılacak bir şey midir?
Aşk var mıdır?
Adalet nedir?
Namuslu olmak ne demek?
Yaşadığı yeri değişince insan da değişir mi?
Her
kapmada başarılı kaçmada yaralı bir aç gibi
uzanırken hayatın doludizgin damarlarına,
seni özlemenin uzun bir cümle olduğu bu kısa satırda
evet evet, mektubunu yeni açmış okuyucular için
tekrar tekrar yazmak seni özleyebilmeyi kısaca defalarca bu satırda
-ki ah bir bilsen ameliyatla aldıramadığım bu hissi,
bu hissin ardında bıraktığı tanrısal sisi-
ve aynı satırla kesip atmak yüzük parmaklarını tüm yeryüzünden..
kesip yanına bir de yanmış bir orman iliştirip
resmi sevişmene paketleyip göndermek bir gece sana..
yolları tıkalı itfaiye araçlarınca..
Yaşamının sonsuz gecesine küçük bir kuş gibi cıvıldayarak mutlu ve kaygısız uçup gidiyor..
Ah, .. benim için nasıl tarifsiz bir acı bu, bir bilsen...
..
Aşık olmak bir saplantı mıdır, değil midir? Ya da başka bi' deyişle aşık olmak gerçekten güzel bir şey midir? Aşk mı yücedir yoksa aşık olunan mı? Kafamda dönen bu sorular eşliğinde bu kitabı bitirdim.
Stefan Zweig tarafından 1920li yılların başında yazılan bir kitap Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. İsminden de anlaşıldığı üzere bir mektuptan oluşuyor kitap. Viyanalı bir adam bir gün eve geldiğinde "Sana, beni hiç tanımamış olan sana." diye başlayan bir mektup alıyor ve tek seferde okuyor, biz de onunda beraber kendimize bir mektup gelmişçesine tek seferde okuyoruz kitabı.
Aşkın ne olduğunu, yıkıcılığını ve yaratıcılığını görüyoruz mektupta. "Ah, ne delilikler yaptım bir bilsen! Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm," diyor mektubu yazan isimsiz kadın. Bu cümle deliliğin boyutunu ve aşkının naifliğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Tüm yaşadıklarına rağmen kadındaki aşkın asla nefrete dönmemesi ve hep sevdiğinin iyiliğini düşünmesi beni çok etkiledi. Karşılıksız aşkın nefreti doğurmaması beni şaşırttı diyebilirim. Sevdiğinden karşılık alamadığında ve onun yüzünden defalarca üzdüğünde bile hala onun iyiliğini isteyebilir mi her aşık? Ben pek emin değilim.
Bir çırpıda okunabilecek, üstüne aşk hakkında düşünmenizi sağlayacak ve belki de kendi yaralarınızdan pay biçip canınızı yakabilecek bir kitap. Şimdiden iyi okumalar,
Çocuk uykusunda gülüyor
Yılların acı çığlığından habersiz
Elleriyle oynuyor karanlıklar
Sessiz sessiz.
Ah bebem
Rüzgâr saçlı bebem
Bilsen insanların hâlini bir
Bu kara yalnızlıkta körelen
Işık benimdir.
Bu uzayıp giden yolda
Ağlayıp ağlayıp da
Aklımı sokmuşum girdabına
Yaşamanın.
Çocuk uykusunda gülüyor
Yılların acı çığlığından habersiz
Elleriyle oynuyor karanlıklar
Sessiz sessiz.