Ah biçare kadınlar, neler çekermiş! Biz erkekler onları kukla değerinde kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine mani oluyoruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek tanımadığı bir başka erkeğe rastlasa yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lakin tanımadığı ve daha önce hiç görmediği bir kadına rastladığı anda gülerek yüzüne bakmaya, söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki biz, kadınları insan sırasına koymuyoruz. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkıyoruz.
Zavallı biz kadınlar! Bizi hiç insan yerine koymazlar. Babalarımız istedikleri adama bizi hediye edercesine verir. O adamın huyunu suyunu soruşturmaz. O adamla geçinebilir miyiz diye hiç düşünmezler. Bize bir defa "Seni filanca adama vereceğiz." derler o kadar. Biz susarız ama gönlümüz ne der? "Ya Rabbi, babamın söylediği o genç, yakışıklı, iyi huylu olsun." Bazen öyle de olur. Fakat bazen tam tersi... Bize koca olacak adam ya altmış yaşında, yahut bir gözü kör, burunsuz, sarhoş veya ahmak çıkar. Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın gözü biraz şaşı olsa, yahut yürürken belli belirsiz aksasa evlenmeksizin ihtiyarlar. Kimse almaz. Ama sizin en fenanız, en uğursuzunuz, en sakatınız kızların en güzelini, en uslusunu alır da esir eder.
Ah, kadın bedeni! Ne kadar ihtişamlı bir şeysin sen!" Bingen'li Hildegard, insanı kirletenin regl kanı değil savaş kanı olduğuna inanıyor ve açık bir biçimde dünyaya kadın olarak gelmiş olmanın mutluluğunu yaşamaya davet ediyordu.