"Sade, şövalyeyi Eugénie'ye gösterdiği gibi, Eugénie'yi de Şövalyeye göstermeye başladı. Eteklerini hafifçe kaldırıyor, kollarını, gerdanını örten kumaşı aralıyordu. Eugénie kızarıyor, çırpınıyor, edebe karşı olan ödevlerden söz ediyordu.
'Edep...'
'Ah! şu bayağı sözcük!' diye karşılık veriyordu Sade. 'Şu modası geçmiş davranışlar beni nasıl da üzüyor bilsen! Bırak bu erdemleri, Eugénie! Şu sahte tanrılar uğruna yapılan fedakârlıklardan, onları hiçe sayarak alınan zevklerin tek anına de ğebilecek bir tanesi var mıdır? Erdem, sadece bir düştür ve ona tapınmak yalnız sonu gelmez özverilerden, mizacın esinlerine sayısız isyandan ibarettir. Böyle davranmak doğal mı dır? Aşağılık annenin, erdemli dendiğini duyduğun şu kadınlrın sözlerine kanma, Eugénie. Bu kadınlar bizimle aynı tutkulara hizmet etmiyorsa bile, onların başka tutkuları, bizimkinden daha iğrenç tutkuları vardır...'' 'Hangi tutkular, Tanrı aşkına?'
'Açgözlülük, kibir, övüngenlik, cimrilik, bunlar kişisel çıkarlardır... Erdemli geçinenler her zaman yalnız kendini sevmeye itaat ederler. Tutkulardan çok egoizme kapılmak daha mı mantıklı yani? Sadece tutkuların sesini dinleyen bence bin kat daha haklıdır, çünkü sadece tutkular doğanın parçasıdır, diğeriyse soğukluk, aptallık ve önyargıdan doğar.'"