Ah Zeze...
Bu kitap elimde uzun zamandır var ama ben bir türlü okumaya cesaret edemiyordum. Büyümüş, değişmiş, farklı bir hayat yaşayan Zeze’yle tanışmaya hazır hissetmiyordum kendimi. Çünkü küçük Zeze’ye fazlasıyla bağlanmıştım. Normalde bir kitabı tekrar tekrar okumayı sevmem ama Şeker Portakalı’nı üç kere okudum ve üçünde de hüngür hüngür ağladım. Bu yüzdendi çekincelerim, bu büyü bozulur diye...
Bu kitapta Zeze yeni ailesiyle yaşamaya başlayan, yine yaramazlıklar yapan ama yalnızlığı içine işlemiş bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor. Hatta kendini o kadar yalnız hissediyor ki kendine bazı hayali arkadaşlar, hasretini çektiği hayali baba, yaratıyor. Bu hayallerden birinin, Zeze büyüdüğünde ve hayal dünyasından çıkıp gerçek dünyaya geçtiğinde maalesef ondan ayrılacağını söylediği kısım nedense beni çok etkiledi. Sanki artık o noktadan sonra o çocuk masumiyetini kaybediyormuşuz ve gerçek dünyayla yüzleşmeye başlıyormuşuz gibi hissettim.
Yine güzel, yer yer hüzünlü, haylazlıkla ve büyümeyle dolu bir kitap olmuş. Evet kitabı beğendim ama Şeker Portakalı hâlâ gönlümdeki tahtta yerini koruyor.
Ah Şüş, küçüğüm...