Ey efendi, bu alemde sır saklayan da vardır, sır saklamayan da. Bu sır saklayanla, saklamayan arasındaki fark nedir? Evet, nedir? Evet, Zülkarneyn, yani senin bildiğin İskender, bunun için set çekti, dünyayı dolandı üç defa. Çünkü bu herifin boynuzu vardı. Kendisini tıraş eden garibim berberleri cellada teslim ederdi ki, kimse onun boynuzlu olduğunu bilmesin. Bir genç berber bunu tıraş etti. Yemin verdirdi ki kimseye deme diye. İkrar ver, seni azat edeyim. İkrar verdi berber: "Kimseye demeyeceğim" Zülkarneyn de bunu öldürmedi. Nihayet bu genç berber hiç kimseye demedi amma içine de dert oldu ağzına yanayım. Ben bu içimdekini nasıl da dışarı vururum diye derdine düştü. Ula kardaşım, herifçioğlunun gözüne uyku girmedi senin anlayacağın. Birisine desem, dilden dile duyulup beni ölüme götürür. Ulan, ne yapsam, ne etsem derken, peki ne yaptı? Bir kuyuya eğildi, bağırdı üç defa: "Zülkarneyn'in boynuzu var, boynuzu var, boynuzu var." Kuyudaki suyun içinde bir kamış bitti o saat. Hain şeytan da, işinin adı ne, anında geldi, o kamışı kesti mi sana! Aha babanın ağzına yanayım. İşte çalgı oradan gelir, yani zurna. Bir zurna yaptı. Zurna da bütün aleme duyurdu Zülkarneyn'i.
Onun boynuzu var. Evet, müzevirin piri şeytandır. İşte sır saklamak herkesin kârı değildir ki, bir kulun kusurunu saklaya.