Ocak ayına sığdırdığım 2 savaş romanından sonra kafamı biraz dağıtması için raftan bu kitabı aldım. İronik olarak aldığım bir kitaptı. Zira bir Kürt’le evliyim. Neyse şans vereyim dedim. Yeni bir yazar tanıyayım. E herkes yazar olamıyor nede olsa. Bazıları benim gibi yazar olma hevesiyle yaşıyor ama yazamıyor. Yazsa da beğenmiyor. Bak dedim helal olsun kadına gencecik yazmış 260 sayfa. Başladım. Normalde kitap biter ve ben yorum yaparım. 50. Sayfa da boğulduğumu yazdım. Çünkü bu bir roman değildi. Kitap olamayacak kadar ‘muhabbet’ dili kullanılmış 5 satırdan 3ü Şahin’in (ana karakterlerden biri) ne kadar yakışıklı olduğundan 2’si ise Gülşah’ın (ana karakterlerden diğeri) ne kadar kıskanç, Şahin’e hastalık derecesinde aşık olduğunu anlatıyordu. Aslında heyecanlanmıştım başlarken. E malum Kürt, Türk, Çerkez, Laz bu ülkenin kabuk tutmayan siyasi yarası. Kitabı okudukça önce dedim ki ‘ya Allah aşkına kadınlık gururu!?’ Sonra bırak kadınlık gururunu aşkın bile bir gururu vardır dedirtti. Hayır bunlar da yetmedi en sonunda ‘çocuklarınızı kendi istediğiniz hayatları yaşamaları için zorlamayın, onları en kötü şeyleri yapsalar bile sevin’ gibi güzel bir mesaj verdi. Aha bir sonraki sayfa da ‘kocamdan dayak yiyorum, istesem kendi ayaklarımın üzerinde dururum çocuğuma bakarım (öğretmen hanımefendi) ama kızım babasız büyümesin istiyorum’ dedi. Hani çocuklara sağlıklı sevgiler, ortamlar sunmak ne oldu? Gülşah ne aşık olabildi, ne kadın, ne anne. Beynim patladı kulaklarımdan fışkıracaktı neredeyse. Neyse ki bitti.