Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Her iki dünyanın güzellikleri arasında sana dünyada ve âhirette yardım eden bir dostun içtenliğinin bir anlık huzuruna karşı koyacak bir nimet de yoktur. Bunu başarana ve dünyanın mülkünden azade olana ne mutlu! Böyle bir kimseyi bulan, düşmanca muameleden sıyrılan ve müsâleme içinde olan ne de güzeldir! Ancak sana ihtiyatlı ve dikkatli olmak düşer. Yapmacık davranana aldanma, yaltaklık yapan aklını başından almasın. Şişkinlikten yağ çıkarmaya çalışmaktan ve tutuşmayan şeye üflemekten sakın, çünkü kovulmuş şeytan sevmek, soğuk demiri dövmektir. Sana dostluk gösterenin önce anne babasına, akran ve akrabalarına nasıl davrandığına bakarak onu bir dene. Zira isyankârlık yoluna giren hukukun semtinden geçmez. Yine nimetlere şükür mü ediyor nankörlük mü diye imtihan ederek onu dene. Ancak teşekkür illa da karşılığını vermeyi ge­rektirmez, zira imkansızlık buna mani olabilir. Sonra onun mal ve servet hırsını, hazlara ve arzulara olan meylini sına. Çünkü arzulu kişinin halleri ıs rengarenktir, davranışları ve sözleri değişip durur.
Devlet başkanında olması gereken özellikler vardır ve bunlar yedi tanedir. İlki, itaatin zor­la olmaması için asalettir. İkincisi, gönüllerin kendisine tâbi olması için tiksinti veren adi şeylerden uzak durmayı sağlayan yüce gönüllülüktür. Üçüncüsü, ülkesindeki düzenin bozulmaması ve devletinin temellerinin sar­sılmaması için sağlam
Reklam
Bilmelisin ki başkanlığa ancak âlemin yapısını bilen, onun sağlığını korumaya ve hastalığını ortadan kaldırmaya muktedir bir kimse layıktır. Bu, üstünlük kurarak ya da yıkıcı bir savaşla olur. Devletin temelleri toplumun görüş birliği içinde olması ve sağlam bir ideale sahip olmasına bağlıdır. Devletin unsur­larının amaçlarının farklılaşması
Hikmet erdeminin nitelik yönünden sapması âlimlere küstahlık yapmak ve beyinsizlerle didişmek için bilgi öğrenen kimsenin durumu gibidir. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim ilmi, sırf âlimlerle boy ölçüşmek, cahillerle münakaşa etmek (onları susturup ilmini göstermek) ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse, Allah onu cehenneme koyar?(Tirmizi,İlm,6) O yine şöyle buyurmuştur: “Kim, kendisiyle Allahin rızası taleb edilecek bir ilmi, dünyalıklara kavuşmak niyetiyle tahsil ederse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz ”(Ebu Davud,İlm,12) Bilmelisin ki ilim ve hikmet başka bir erdemle kı­yaslanamayacak erdemler ise de bunlar halisane bir niyet ve gönül temizliği şartına bağlıdır. İlim ve hikmetin en yücesi, bunu mârifetullaha ve O’nun katına yakınlaşmaya vesile kılmadır; en düşüğü ise nefsin onu, marifet ve bilgilerden haz duyduğu için tahsil etmesidir. Bu ikisinin arasında sonuna varılamayacak kadar derece vardır.
Bu zamanın ilim talebelerinin çoğun­da olduğu gibi ilim ve hikmetin şöhret ve gösteriş için ele geçirilmesine gelince; cedel ve münazara ehlinden pek çok kimseyi görmekteyiz ki bunlar, bu ilimlerin meselelerini yakinî bilgiye varmak ve hakikati kavramak için değil, [sırf onları] devşirmek ve taklit etmek için ediniyorlar. Bunlar bu meseleleri araştırıyor ancak faydalanmıyorlar, çünkü o meselelerde yakın üzere değiller, aksine onların tahkik adına yaptıkları tek şey tahmindir. Sen onlardan birini yoksunu olduğu halde hikmetli nutuklar atar­ken, meclislerde fesahatleriyle insanları hayran bırakmak için yüksek sesle konuşurken ve sırları anladığım küstahça iddia ederken görürsün. Bilgisi kıt bir kimse muhtemelen, onun yaptığı anlatımın güzelliğini, sözünün akıcı­lığını, meseleyi veciz bir şekilde sunuşunu görünce derin bir âlimle karşılaş­tığını zanneder. Hâlbuki o, kalplerinde olmayanı dilleriyle söyleyenler gibi geveze ve zırvalık yapandan başka biri değildir, bunlar kîl-ü kâl ile övünürler, amaçları her hâlükarda hasmı susturmaktır. Hak libası giymiş şüphelerin, isabetli ve doğru gibi görünen hayallerin vehmini kapladığı, düşüncesin­de bocalayan, işinde şaşkınlığa düşen kimseler de böyledir. Allah onların sayılarını ülkelerde eksik eylesin ve kullarını onlardan kurtarsın. Nitekim Hz. Ali şöyle demiştir: “Nice âlim vardır ki yoldan çıktı ve ilmi de ona bir fayda vermedi.”
İtibar kaybının küçük düşürücülüğüne, şiddetli sarsıntılar, arka arkaya gelen yıldırımlar, müzmin ve elem verici hastalıklar gibi korkunç afetlere, arkadaş ve dostlarını kaybetmeye ya da denizin tehlikesine aldırış etmeyen bir kimse­nin cesaret içinde olduğunu sakın düşünme; tam tersine bu, cesaretten daha çok delilik ve arsızlığa yakındır. Bunun gibi yüzme bilmediği halde denize dalmak, yıkılmak üzere olan duvarın altında durmak, tehlikeli bir dağa tır­manmak ya da kudurmuş bir deveyi ürkütmek için olmadık şeyler yapmak gibi bir zorunluluk olmaksızın canını tehlikeye atan kimse de böyledir, onun övülme isteği ve aptallığa nispet edilmesi cesarete nispet edilmesinden daha evlâdır. Çirkin bir şey ya da fakirlikten dolayı kendini asan, kılıçla ya da zehirle intihar eden, kendisini denize atan veya kuyuya bırakan bir kimseyi cesaretten çok korkuya nispet etmek daha doğrudur.
Reklam
Esasen iffet, hakkı alma ve hakkı gözetmenin sonuçlarının tezahür etmesi, kişinin aklının hevâsına kul olmasını engellemesi ve aklının hazlara tâbi olmaması için arzu gücünün düşünme gücüne boyun eğmesidir.
Bilmelisin ki asıl ölüm ve gerçek elem cehalettir, bunun peşinden gelen de ebedî hüsrandır. Gerçek huzur ve kalbi hayat ilimdir, bunun meyvesi ise ebedîliktir. Bilginin verdiği hazzı ve onun tadını yakalayan, dünyanın süsü ve güzelliğinden uzak durur, kendini fesat ve bela yurdundan geri çeker, Mele-i A‘lanın ahâlisiyle bağ­lantı kurar, dolayısıyla tabiî ölüm gelmeden iradî olarak ölür ve sonrasında asla ölüm olmayan bir hayatı yaşar, nefsi İlk İlke’nin nuruyla ebedî olarak aydınlanır, bu dünyri çeker,Mele-i A‘lanın ahâlisiyle bağ­lantı kurar, dolayısıyla tabiî ölüm gelmeden iradî olarak ölür va onun nazarında bir sineğin kanadı kadar bile etmez, kendini bu değersiz yurttan soyutlayıp öbür diyara yönelir, böylece ölümden önce helakten ve yok oluştan emin olur ve gaybta olanın müşahedesinin ver­diği lezzetle mesrur olur, şek ve şüpheden uzak olur. Bu aynen Hz. Ali’nin (k.v.) şu sözü gibidir: “Perde açılmış olsa bile yakînimde bir artış olmaz’’
Bazen insan ölümünü doğuracak bir fırsatın gelmesini temenni eder. Nitekim Hz. Ali (k.v.) şöyle demiştir: “Bir insan altmış sene yaşarsa ömrünün yarısını geceler götürüyor, yarısının yarısı da sağdan ve soldan habersiz gafletle gidiyor, yarısının üçte biri hırs ve emel ile, ehl-i iyalin nafakası için çalışmakla gidiyor. Geri kalan ömür de hastalık ve ihtiyarlık, ömür öte dünyaya irtihal ve intikalle tamamlan­maktadır. İnsanın uzun ömrü sevmesi cahilliktir. Onun dünyadan nasibi işte böyledir.” Sözü burada epeyce uzattık zira bu, âkil kimselerin aklının karıştığı genel bir hastalık ve âfettir. Allah bana yeter, vekil olarak O, bana kâfidir.
Ahlak
Kişi, nefsini erdemlerden bir erdemi kendisinde olmadığı halde kazanım yoluyla veya doğuştan olan bir şekilde tabiatı icabı elde eder.Bir erdemin tabiatın icabı olarak elde edilmes, huyla mizaç arasındaki özel uyum sayesindedir, yoksa tabiatın o erdeme uygun olarak yaratılması ve onu gerektirecek şekilde erdemin insanın tabiatında bulunması sebebiyle değildir. Zira böyle olsaydı, o huyların izalesi mümkün olmazdı, halbuki daha önce huyların izalelerinin mümkün olduğu anlatılmıştı.
Sayfa 106 - Yazma Eserler kurumu
Reklam
İlim
Erdemleri koruma yollarının ikincisi müellifin şu sözüdür: Nefsin düşünceye alışması için kişi, "zihnini" öğreterek ve öğrenerek "ilmi ödevlerlerle" ve kendisini bir başına fikri ödevlerle çalıştırsın, fakat "yücelik alemine" karşı kibirli davranmasın ve bilgisi nefsin ihmali ve gevşekliğine de yol açmasın, ilimlerdeki pratiği ve becerisi, daimi tefekkür ve düşünceden, sürekli araştırma ve tekrardan onu alıkoymasın.... ... Onun yani ilmin her iki cihandaki yüceliğini düşünsün, bu, bilgiyle edinilen şeylerin üstünlüğünü ve onun getirilerinin eşsizliğindendir ve nefs için bunlarda büyük bir haz ve şevk vardır. Bundan dolayıdır ki nefs bunlarla olabildiğince mutlu olur, onları elde etmeye yönelir ve tamamına ulaşmaya istek duyar ve onun daimiliği, yani nefs varoldukça bilginin neticeleriyle birlikte sürekli olduğunu düşünsün. Bu, güneşin varlığıyla onun ışığının varlığının devam etmesi gibidir, hatta böylece kişi ebedi hoşnutluk ile baki olmaya ve sonsuz afiyetteki bir hayatın sürekliliğine nail olur. Ve yine kişi onun, yani nefsin duruluğunu düşünsün ki böylelikle nefs bilgi sayesinde, varlığın hakikatini bilme hususunda "Bir"e benzesin: "Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur." (Nur 24-40).
Sayfa 110 - Yazma Eserler Kurumu
İlim
Hz. Ali'nin bu meyandaki şu sözünü ve benzerlerini de hatırında tutsun: 'Biz Cebbar olan Allah'ın hakkımızdaki taksimine boyun eğdik ki bu, bize ilim, düşmanlara da maldır. Esasen mal kısa sürede elden gider, ilim ise baki olup zevale uğramaz.'
Sayfa 112 - yazma Eserler Kurumu
Her iki dünyanın güzellikleri arasında sana dünyada ve âhirette yardım eden bir dostun içtenliğinin bir anlık huzuruna karşı koyacak bir nimet de yoktur. Bunu başarana ve dünyanın mülkünden azade olana ne mutlu! Böyle bir kimseyi bulan, düşmanca muameleden sıyrılan ve müsâleme içinde olan ne de güzeldir! Ancak sana ihtiyatlı ve dikkatli olmak düşer. Yapmacık davranana aldanma, yaltaklık yapan aklını başından almasın. Şişkinlikten yağ çıkarmaya çalışmaktan ve tutuşmayan şeye üflemekten sakın, çünkü kovulmuş şeytan sevmek, soğuk demiri dövmektir. Sana dostluk gösterenin önce anne babasına, akran ve akrabalarına nasıl davrandığına bakarak onu bir dene. Zira isyankârlık yoluna giren hukukun semtinden geçmez. Yine nimetlere şükür mü ediyor nankörlük mü diye imtihan ederek onu dene. Ancak teşekkür illa da karşılığını vermeyi ge­rektirmez, zira imkansızlık buna mani olabilir. Sonra onun mal ve servet hırsını, hazlara ve arzulara olan meylini sına. Çünkü arzulu kişinin halleri ıs rengarenktir, davranışları ve sözleri değişip durur.
Nitekim şöyle denilmiştir: “İyi günde dost olduğunu söyleyen çok olur, ancak kardeşler sıkıntı an­larında belli olur.” Ondan yeterli cana yakınlığı görmediğinde bunun tesirini sevecenlikle gönlünden silip atsın, her türlü ve her durumda kol kanat germeye devam etsin. Çünkü korunmayan her şeyin durumu kötüye gider ve Allah i muhafaza kişinin dostluğu düşmanlığa veya bundan daha fena bir şeye dönüşebilir. Zira kızgınlığın yol açtığı zarar en büyük âfetlerden ve en korkulası şeylerden biridir. Münakaşadan kaçınmalıdır, çünkü bu, dostlar arasındaki en zararlı şeylerden biridir. Yine kişi ihtisası olan bir bilgi ya da mahir olduğu bir zanaatta cimrilik etmekten de sakınmalıdır. Zira infak ile artan ve elde i tutmakla da azalan şeyler bir tarafa infakı, tükenmesine sebep olan şeylerde paylaşmak vaciptir. Kişi, arkadaşlarını ve bağı olan herkesi, kendisiyle ilgili durumlar bir yana dostuyla ilgili olanları da küçümsemekten sakındırmak ve hiç kimseye arkadaşıyla ilgili bir durumu kinayeyle, açıktan, ciddi ve şaka yolla kötülemesine imkan vermemelidir. Arkadaşının bir kusurunu görürse, düzeltecek bir şekilde ona karşılık versin, ona aldırmamazlık etmesin, çünkü bu hıyanettir. Düzeltirken uyarıcı hikaye ve sözlerle başlasın, sonra üstü kapalı olarak, sonra sorumluluğu pekiştirici, kalbe huzur ve sükûnet verici konuşmalarla açıktan devam etsin. Bunu yabancılar ve uzak kimseler bir yana, sevdikleri ve yakınlarından bile saklasın. Onun hakkında laf taşıyıcı­dan almaktan sakınsın, laf taşıyıcıya ayıplama ve kınamayla karşılık versin
260 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.