Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Altay Türkü doğuştan dürüst, temiz, uysal ve her bakımdan dayanıklı ve sâkindir. Şikâyet nedir bilmez. Yurtlarında ve ülkelerinde hırsızlık anlamı mevcut değildir. Küçükler büyükleri sayar, hürmet ederler. Her şeyin üstünde tuttukları hürriyettir. Onu bir nevi sembolik tapınak haline getirmişlerdir. Zenginler yanında çalışanlar, örfe göre, aile efradından sayılırlar. Bu yüzden 24 soyluk koca Altay Türklüğü, âdeta büyük bir aile sayılır.
Bünyesini ye yapısını teşkil eden Türk boylarının adlarına bakılacak olunursa. Altay Türkleri, cidden eski Türk özlülüğünü ve gerçek türeyişlerini olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Bir nevi anavatanlarının canlı tarihini yaşatmışlardır. Bunu bizzat Altay Türk halklarım vücuda getiren boy ve soy isimlerinden anlıyoruz. Şöyle ki: Teleüt’lerin bir uruğunu teşkil eden Tölös’ler Orhun yazıtlarında geçtiği gibi, Çin kaynaklarınca da “T'ie’le” şeklinde tespit edilmiştir. Telengit’ler ise yine aynı kaynaklarda “To-lanko”, Moğolların “Gizli Tarihlerinde” ise “Tenggut” olarak geçmektedir. Tuba’ların bir soyu olan Tirgeş de eski Türgeş’lerden başka bir şey değildir. Aynı şey Altaylı’lar soyundan olan Kırgız, Kıtang, Nayman, Mörküt ve saire gibiler hakkında, serbestçe söylenebilir. Bu suretle; Altay Türklerinin, 1500 yıllık millî tarihlerine sadakatle bağlı olduklarını görmekteyiz.
Reklam
Coğrafik durumu dolayısıyla, yabancı dil tesirinden uzak kalan Yakut Türkçesi, bugüne kadar koca sahanın, rakipsiz bir ifade vasıtası olmuş, memuriyetle ve sürgünle gelenler kim olursa olsun, Yakutçayı öğrenme zorunda kalmışlardır. Bu yüzden, daha XIX. yüzyılda Yakut şivesi Avrupa Ve Rusyada araştırılmaya başlanmış, O. Böhtlingk (1848-1851) tarafından vücuda getirilen “Yakut dili hakkında, Gramer, Metin ve Lügat” adlı eser, Türk dili üzerinde yapılan gramer araştırmalarının şaheserini teşkil etmiştir. Mukayeseli Türk dili gramerinin de temeli olarak telâkki edilebilir.
Şampiyonlar Ligi gibi bir üniversite kadrosu
1930 yazında üniversiteyi bitiren Atsız, 1931 Ocağında felsefe öğretmeni Mehpare Hanımla evlenir. 25 Ocak 1931'de Türkiyat Enstitüsü'nde göreve başlar; Köprülüzade Mehmet Fuat Bey'in asistanı olur. Hocası Ahmet Caferoğlu da oradadır. Enstitüde uzman ve asistan olarak çalışanlar arasında Abdülkadir (İnan), Akdes Nimet (Kurat), Pertev Naili (Boratav) ve Kıvameddin Burslan gibi isimler de vardır. Üniversitenin ana giriş kapısının yanında bulunan küçük binadadırlar. (Şimdi öğretim üyelerinin yemek yediği Profesörler Evi.) Atsız için yeni bir hayat başlamıştır. Fevkalade verimli ve kaliteli bir muhit içindedir.
Atsız, Tarih Bölümünden de ders alıyordu ve oradaki en önemli hocası da Zeki Velidî idi. Şerh-i Mütûn (Metin Şerhi) dersine ise Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır giriyordu. 1929 yılından itibaren Ahmet Caferoğlu da hocaları olacak ve ondan Türk Dili Tarihi dersi alacaklardı. Arap Edebiyatı Tarihi hocası Osman Reşer'den de ders almışlardı. Oskar Rescher adlı bu Alman Yahudisi Müslüman olduktan sonra bu adı almıştı (Atsız 1992: 122-123). Osman Reşer, daha sonra, Atsız'ın Ruh Adam romanında kötü karakter (Yek) olarak karşımıza çıkacaktır (Deliorman 2013: 209 vd.).
Vefa Yüksek Muallim okulu
Fakülteye büyük bir zevk ve iştah ile devam ediyordum. Adla­rını kitaplarda gördüğümüz hocaları derslerde karşımda gördü­ğümde dünyalar benim oluyordu. Profesör Von Aster ve diğerle­ri gibi... Diğer yandan namlı edebiyatçı ve tarihçileri uzaktan da­hi olsa görmek bana heyecan veriyordu. Halide Edip Adıvar, ta­rihçi Mükrimin Halil, Ahmet Caferoğlu, Sadri Maksudi bunların başlıcalarıydı.
Reklam
Bütün hayatını şuurlu bir surette Türk diline ve Türk kültürüne hasreden Ali Şîr, yürüttüğü davanın semerelerini görmediyse de ölümünden sonra binlerce kilometreden, İran, Türkiye, Azerbaycan, Suriye, Hindistan, Herat'tan akın eden yüzlerce şakirdi [öğrencisi], onun kurduğu edebiyat mektebini ve edebî Çağatay şivesini Türklüğün her bir köşesine kadar götürdüler. Osmanlı edebiyatının Ahmed-i Dâî, Karamanlı Nizâmî, Bahti, Amri, Dukakinzade Ahmed, Za'fi, Fuzuli, Kâtibi mahlaslı Seydi Ali Reis, Nedîm-i Kadîm, Fasih Ahmed Dede, Nedim, Şeyh Galib, Muvakkitzade M. Pertev, Benlizade M. İzzet Beg, Refîî Amidî gibi şairleri Çağatayca şiirler yazmaya başladılar. Bu şiirler Çağatay edebiyatının ve Ali Şîr Nevaî'nin Osmanlı edebiyatı üzerindeki tesirinin başlıca örnekleridir.
Sayfa 604Kitabı okudu
Nevâî büyüklüğü diye bir şey var
Nevaî'nin Mecalisü'n-Nefais adlı küçük, fakat çağıran edebi ve kültür hayatını açıklamakta çok önemli bir yeri olan eserine bakılacak olursa, Nevai tarafından bilinen ve tanınan üç yüzü aşkın Türk şairinin yüzde doksam Farsça yazmayı tercih etmiştir. Ali Şir Nevai'yi yıldıran ve sıkan bu gerçek, nihayet şairi, hayatının sonuna doğru Türkleri ikaza mecbur etmiş ve o da hiçbir şeyden çekinmeden Muhakemetü'l-Lugateyn adlı eserini yazmaya mecbur olmuştur. Sahası olmadan, Türk dilinin Fars dili üzerindeki üstünlüğünü ispata kalkışan Ali Şir Nevai, açık söylemek gerekirse bu hususta oldukça zayıf kalmıştır. Dillerin bir diğerine karşı üstünlüğü meselesi, umumiyetle ne münakaşa ne de iddia edilir. O, bu eserivle yalnız ikaza çalışmış ve kendi mensubu bulunduğu Türk muhitini, Farsçayla beraber Türkçede de yazmaya davet etmiştir. Fanatik bir dilci ve şair değildi. Kendisi Arap ve Fars dillerini kendi anadili kadar bilir ve yazardı. Lakin öz dili varken yabancı Fars dilinin esaretine ve taklidine tahammülü yoktu. Çevresi ve köyleri kamilen [tamamen] Türklerle meskûn olduğu halde, şehirlerin aristokrasi sınıfının Fars dilinin üstünlüğünü sağlaması, elbette Türkçü bir düşünür için tahammül edilmez bir meseleydi.
Sayfa 570Kitabı okudu
Kıpçak hâkimiyeti altına girmiş diğer milletler üzerindeki Kıpçak tesirinin, bilhassa folklor ve müzik sahalarında daha genişçe olması gerekir. Nitekim Bartenhold gibi otoriter bir tarihçi dahi Rusların millî malı sayılan "sekme bacak atma dansı"nın Kıpçaklara ait olduğunu açıklamaktadır.
V. A. Parhomenko, "Sledi polovetskogo eposa v letopisyah (Kıpçak Eposunun Letopislerdeki İzleri)," Problemi vostokovedeniya, 1940, III, s. 391.Kitabı okudu
Dinyeper ırmağından başlayarak, Volga ırmağının doğusuna doğru epeyce bir arazi parçasını içerisine alan sahaya, XI. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar yaşayan Arap ve İran müellifleri, Deşt-i Kıpçak [Kıpçak Çölü] adını vermişlerdir. Rus ve Bizans kroniklerindeyse Kıpçak kelimesinin kullanılışına tesadüf edilmemekte. Rus vakanüvisleri bu kelimenin yerine, eski "Polovets," Bizans kronikleriyse yalnızca "Koman" kavim adını kullanmışlardır. İlk olarak Deşt-i Kıpçak toponimik terimini kullanan Nâsır-ı Husrev olmuştur.
Sayfa 502Kitabı okudu
111 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.