Yazık ki, tarihi keşifler hisle, heyecanla değil, ilim ile gerçekleşir.
Gönül’ün hayalinin esiri ve sihirlenmişi idi. O hayalin telkiniyle kendi kendine güler, bazen kaşlarını çatar, bazen gözlerinden iki damla yaş döker, yalnız odada Gönül! Gönül! diye bu tatlı kelimeyi yüreğinin en ince hislerine sararak tekrar eder. Fakat bu derin ve büyük aşk ile beraber Tolun’un kalbini cehennemi bir alev de sarardı.
Sayfa 139Kitabı okudu
Reklam
İran’dan Türkleri ayıran ırk farkı değil, mezhep anlaşmazlığıdır. Bu anlaşmazlık da manevi ve dinî olmaktan çok, siyasidir. Miladi on beşinci ve on altıncı asırlarda İran şahları bu dinî siyasetten çok faydalanmışlar ve Osmanlı padişahlarının istila nazarlarını doğudan batıya çevirtmeye muvaffak olmuşlardır. Vaktiyle Osmanlılar gibi kabına sığmayan genç bir millet, garptan çok istila hırslarını kendi tabiî sahalarında yani doğuda aramış olsalardı bugün Anadolu’dan öteye geçmeyen Türkiye’nin doğu sınırı ta Hindistan’a kadar dayanmış olacak ve tabii, kuvvetli hudutlar içine kurulmuş bir hükümet olarak gayet emin ve gelecekten güvenli bir hâlde Asya’da hüküm icra edecekti.
Sayfa 135Kitabı okudu
Şimdi ben de kendimi kırılmış, iki parçaya bölünmüş bir kitabe sayıyorum ki, bir parçam Gönül’dür. İkimizi birleştirmeden, alınyazımızdan bir mana çıkarmak kabil olamaz.
Sayfa 120Kitabı okudu
Mehmet Tolun Gönül hanımla kolayca nişanlanıverdikten sonra söylüyor;
Öyle sanıyorum ki bu başarı kendiliğinden hâsıl olmamalıydı. Ben çırpınmalıydım; ben didinmeliydim. Ben ayrılıklar çekmeliydim. Aşk perisinin okları kalbimi delik deşik etmeliydi. Bendeki cazibeye kapılma, Gönül’ün anlamamazlıktan gelmesiyle titremeliydi. Ben yalvarmalıydım; Gönül eğlenmeliydi. Ben ağlamalıydım, Gönül gülmeliydi. Gönül bir kale olmalıydı. Ben onu bütün cesaretimle, bütün irfanımla kuşatmalıydım. O zaman ruhum memnun, gönlüm rahat olurdu.
Sayfa 118Kitabı okudu
Yoldaşlarımın bu teveccühüne ve Gönül’ün bu muhabbetine karşı minnettar olmak lazım gelecek. Minnettarım. Fakat kalbimde bir boşluk var; aç oturduğum sofradan tok kalktım; fakat yemeğin başında iştihamı çekmiş olan sevdiğim tatlılara el sürmeden baş yemeklerle karnımı doyurmuş gibiyim. Öyle sanıyorum ki bu başarı kendiliğinden hâsıl olmamalıydı. Ben çırpınmalıydım; ben didinmeliydim. Ben ayrılıklar çekmeliydim. Aşk perisinin okları kalbimi delik deşik etmeliydi. Bendeki cazibeye kapılma, Gönül’ün anlamamazlıktan gelmesiyle titremeliydi. Ben yalvarmalıydım; Gönül eğlenmeliydi. Ben ağlamalıydım, Gönül gülmeliydi.  Gönül bir kale olmalıydı. Ben onu bütün cesaretimle, bütün irfanımla kuşatmalıydım. O zaman ruhum memnun, gönlüm rahat olurdu. Fakat bunları, bu delice hisleri kime açabilirdim...
Sayfa 117Kitabı okudu
Reklam
Hac yollarında meş‘ale-i kârbân gibi Erbâb-ı aşk içinde fürûzansın ey gönül (Ey gönül! Hac yollarındaki kervan meşalesi gibi âşıklar arasında görünmektesin.)
Sayfa 111Kitabı okudu
Bilirsiniz ki, cihan milletleri içinde en çok eziyet ve mahrumluk çeken Turan kavimleridir. Bu ardı arkası kesilmemiş azabın izleri, acıları hâlâ kanlarında kalan Macar, Türk ve Tatarların birbirlerinin durumlarına kayıtsız kalmaları ve birbirlerine karşı fedakârlıkta bulunmamaları mümkün değildir. Milletimizin rumuzu ve başarımızın sırrı şu iki üç kelimede saklıdır: “Ezâ çekmek ve fedakâr olmak!” İsterseniz bu remzi ve bu sırrı siz “tahammül ve gayret sevgisi” hasletleriyle belirtiniz ve değerlendiriniz. Milletin bu feyzini bugünkü evlatları da yaşatmaktadır. 
Sayfa 107Kitabı okudu
Bu yazılar, güneşin yaldızlarıyla, göğün mavi kubbesine kazılmış olaydı, gözlerimiz yine bu kadar kamaşacak, kalbimiz bu derece yükselecekti. 
Sayfa 106Kitabı okudu
“Kendine gel ey Türk!..”
“Katı ellerin açık alnının silahı, pulat göğsün yumuşak yüreğinin zırhı olsun.” “İşte Türkleri nasıl bir araya topladığımızı ve onları ne türlü idare ettiğimizi buraya yazdım. Bütün diyeceklerimi bu temelli mermere kazdım. Ve bu ebedi taşı da bu çorak yere diktim.”
Sayfa 105Kitabı okudu
Reklam
“Vaktiyle yurdumuzun merkezi Ötüken ormanı iken, bizler Çin ahalisi ile münasebete giriştik. Çinlilerin davetlerini kabul ettik. Bu davetler bize emeksiz birçok altınlar, birçok gümüşler, ipekli kumaşlar kazandırdı. Bu davetler pek tatlı, bu kumaşlar pek yumuşaktı. Bu tatlı davetlere kapılarak, ey Türk kavmi! İçinizden pek çoğu mahvoldu, gitti.”
Sayfa 105Kitabı okudu
“Onları yaratan Allah, milletin yanı büyüsün diye özümü de kaanlığa yüceltti. Ben de kavmimin aşkıyla dinlenmeden günler, uyumadan geceler geçirdim. Kardeşim Kül Tigin ile beraber ölesiye çalıştım. Milletimin rahatını, güvenliğini düşündüm. Emrim altındaki büyük ordularla yirmi dört savaşa girdim. İkbal her yerde yârim, talih her yanda yaverim oldu. Meramıma erdim. Can çekişen milletleri dirilttim. Çıplakları giydirdim. Yoksulları zengin ettim… Azlık kavimleri çoğalttım. Köleleri köle, cariyeleri cariye sahibi eyledim. Dört yandaki hasımları serdim, ezdim, düşmansız bir kaan oldum. Dineldim…”
Sayfa 104Kitabı okudu
Atam kağan yiğit, subayları bilgili, erleri doğru sözlü imişler. Çinlileri, Tatablıları, Tibetlileri idareleri altına almışlar.  “Fakat büyük atanın torunları babaları gibi çıkmamışlar. Kaanlar bilgisiz, görgüsüz, olunca subaylar güçsüz, erler yüreksiz ve millet de ahlaksız oluvermiş. Bu acz ile rahatları için Çinlilerden dirlik istemişler, birlik istemişler. Lakin başbuğlar birbirleriyle, millet birbiri ile didişince, çekişince bütün kavim istiklâlini kaybetmiş. Asil evlatlar Çinlilere sefil köle, şakrak kızlar sümsük cariye olmuşlar. Türk beyleri öz adlarını bırakıp Çince isimlerle dağlanmışlar; Fağfura bağlanmışlar. Yumuşak Çin ipekleri giydikçe milletin kalbi katılaşmış; parlak sırmalar kuşandıkça gözlerin feri sönmüş.”
Sayfa 103Kitabı okudu
“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında âdemoğlu kılınmış. Onların üzerine atam Bumin Kağan, İstemi Kaan oturmuş, Türk milletinin ilini, töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş. O zaman dört taraf hep düşman imiş. Dört tarafa ordu salarak saldırmışlar. Tanrı’nın verdiği kuvvetle atam Kaan’ın çerileri kurt ve düşman askeri koyun gibi olmuşlar. İleriye, geriye seyirtmişler. Yabancı kavimleri büsbütün sindirmişler. Başlıya baş eğdirmiş; dizliye diz çöktürmüşler. Ülkelerin sahiplerini ülkesiz, hakanların tebaasını hakansız bırakmışlar. Mahkûm ettikleri milletleri töreleriyle, düzenleriyle hayran etmişler.”
Sayfa 103 - KÜL TİGİN ABİDESİKitabı okudu
Günlük hatıralarımı eski inşamız ile yazmaya özeneydim, şu manzarayı: “Arûs-ı tarihin tutuk-ı nâzını küşâd” tabiriyle kaydederdim. … Bakınız, “tarih gelininin naz duvağını açmak” cümlesi, dilimizin güzel söyleyişine uygun gelmiyor.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.