"Kral kaybederse"nin karakterleri:
Kenan Semih ( Kenan'ın arkadaşı) Fadime ( Kenan'ın sevgilisi) Handan ( Kenan'ın karısı) İsmail ( Kenanın şoförü) Özlem ( Handan'ın arkadaşı) Serap ( sarışın kadın) Gülay ( Fadi'nin arkadaşı)
Adile Sultan'ın zevcine fart-ı muhabbeti rıhtımdaki saat hadisesiyle başlamıştır ve Mehmed Ali Paşa ölünceye kadar sultan, kocasına ram olmuştur. Sonra da onu vefatına kadar bir an olsun unutmamış durmuştur.
Sayfa 132
Reklam
Adile Sultan
Doksan yaşlarına kadar yaşayan Adile Sultan bir gün kızmış, Sultan II. Hamid'e yani küçük kardeşi Sultan Mecid'in oğluna gelerek; "Sen neden benim sözümü yerine getirmiyorsun. Ben erkek olsaydım, senin babandan evvel padişah olacaktım, utanmıyor musun? Haydi bakayım istediğimi yap!" dediği muhakkaktır. Sultan II. Hamid halasının elini öperdi.
Altunizade
Altunizadelerin köşkleri ve Altunizade Cami-i Şerifi dahi Koşuyolu Caddesi üzerindedir. Altunizadclerin şöhreti, fukaraperverlikleri idi.
Sayfa 111
Konaklarda Saz Takımları
Benim yetiştiğim devirde yani Sultan II. Hamid devrinde şu konaklarda muntazam saz takımları vardı: Hamdipaşazade Karesi Valisi Neşet Paşa, Suphipaşazade Sami Bey, Merkez Kumandanı Sadedin Paşa, Bahriye Nazırı Hasan Paşa, Damat Nureddin ve biraderi Kemaleddin Paşalar, Başkatip Tahsin ve İkinci Katip İzzet Paşa ve diğerleri ... Bu zatların harem dairelerinde hanendeler, rakkaseler, sazendeler yetiştirilmişti.
Sayfa 90
Göksu ve Sarayı
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Göksu, İstanbul'un yüzsuyu idi. Eski ve kıymet bilen ali ve ahali orayı çok severlerdi. Orayı sık sık ziyaret ile oralarda zevk ü sefa ile istirahat ederlerdi. Arabalarla kayıklarla gelerek, derenin etrafındaki çayırlara serilirler; yemek yerler; yatarlar, kalkarlar; istirahat eder, eğlenirlerdi. Evet... O zaman Göksu ve Küçüksu bir içim su gibi aziz ve mergub idi ve o ab-ı hayat gibi bir nehirdi. Göksu'nun suyu Alemdağı'ndan akar gelir. İki tarafı yüksek ağaçlarla müzeyyendir, bağları vardır. Bahçeleri ve yeldeğirmenleri vardır. Hülasa orada her nevi zevk ve güzellik vardır, derlerdi. Zamanın padişahları bu mevkie itibar ederlerdi. Saraya gelir orururlar; çayıra çıkar at oynatırlar; cirit oynar, oynatırlardı. Ok talimleri yaparlardı.
Sayfa 77
Reklam
Felaketzede demek doğru değildir, felekzede demelidir.
Sayfa 54
Kadınlar ferace giyerlerdi. Yaşmak takınırlardı. Kayıkların işlemeli örtüleri kayığın arkasına serilir ve uçlarındaki sırmalı topuzlar denize doğru sarkardı. Kayıkçıların hilali gömlekleri, çuhadan yarım pantolonları, bembeyaz fanila çorapları, terledikleri zaman giymeleri için yine sırmalı ve kısa kollu ceketleri vardı. Bazı vakitlerde bir harem ağasının kayığın arkasına serili örtünün üzerinde oturduğu vaki olduğu gibi, kayığında oturan sahibinin yanında bir arkadaşı veya ailesinden birisi yoksa karşısında bir kalfası bulunurdu.
Konakların şahı bence Çapa'daki Derviş Paşa Konağı'ydı. Hele bahçesi, bahçe meraklılarını imrendirecek derecede tertipli idi. Havuzlar, fıskiyeler, şelaleler, laleler, serler, ufak mandıra; inekler, koyunlar, adar, arabalar, ahırlar dolu bu konakta bahçenin geniş bir bostanı da vardı. Müteaddit kuyu ve çeşme ayrıca çilek tarlaları vardı. Koca konak bunlar sayesinde kendi yağıyla kavrulındu, kendi sütünü içerdi. Sözün kısası çiftlik gibi bir şeydi. Bugün [1946] yalnız selamlık dairesi yerinde duruyor ve Çapa'da Selçuk Enstitüsü'nün binası olarak kullanılmaktadır.
Beyoğlu, Nişantaşı, Şişli semtinde ikamet etmek eski ricalin hayalinden geçmezdi. Bu adamlar öz İstanbul'u severler, daha milli bulurlardı. Tercihen de Marmara Denizi'ni gören arsalarda yerleşirlerdi. Midhat Paşa Konağı bunlardan biri idi. Denizi, adaları, hatta Keşiş Dağı' nı kucaklıyormuş gibi manzarası vardı.
Reklam
Okumak Merakı
Okumak zevki ve gururu haremde de vardı. Hanımefendiler, evdeki yaşlı kadınlar, hatta bacılar Kur'an-ı Kerim okurlardı; Delâil'i okurlardı ve okuttukları kızlara namazın erkanını ve surelerini öğretir; ezberletirler; masal gibi yazılmış kitapları okurlardı. Ve sıra ile nöbetle okurlardı; ötekiler de dinlerlerdi. Sonra da aralarında bir münakaşa çıkarırlar; nasıl anladıklarını anlatmaya çalışırlardı. Hele kocakarı masallarını öğrenmek ve anlatmak merakı müsabaka halinde idi. Güzel masal söyleme bir hünerdi ve aferin alırdı. Çocuklar uyutulduktan sonra daha serbest hareket olunurdu. Bazı romanlar da okunurdu. İhtiyaçların müsaadelerine mevkufen gençler de dile getirilirdi. Hülasa okunan kitap, dinlenen hikaye üzerinde mübahaseler yapılırdı. Bazı defa da bir kitap, bir kıza verilir; bir iki gün de vakit verilirdi. "Sen şunu oku, sonra da tane tane bize anlatırsın" teklifi serdedilirdi. Kamran isimli bir kalfamızın bu işte mahareti şöhret-şiar olmuştu. Gece yatısına misafir gelir; Kamran'ı dinlerlerdi. Başka evlerde de bu gûna şöhret-şiar vardı.
Sayfa 23
Kimsenin canının sıkılması diye bir mevzu hatırlamıyorum. Herkesin müspet bir işi, meşgalesi vardı. Ziyaretler de sıralı ölçülü idi. Konakların birer israf yuvası olduğu da doğru değildir. Bu büyük yapılarda birçok masraflar müşterek olduğu için, hayat daha iktisadî idi.
Üç, dört kişinin rahat geçebileceği kocaman kapılarının üzerine asılmış perdelerin haşmet ve zarafeti hâlâ gözümüm önündedir.
144 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.