.... Müttefikler'e(İtilaf Devletleri) kıyımı durdurmak ve savaşı sona erdirmek için şaşırtıcı bir öneri sunuldu. Önerinin sahini, o sırada Şam'da Türkiye'nin güney kanadını savunan orduların başında bulunan ve savaşı yürüten üçlüden biri olan Cemal Paşa'ydı. Cemal Paşa, Müttefikler'in askeri yardımıyla İstanbul'a yürümeyi, Enver Paşa'yı devirip Alman danışmanlarını tutuklamayı, Ermeni kıyımını durdurup Türkiye'yi savaştan çekmeyi önermişti. Buna karşılık yeni Türkiye'nin Sultan'ı olarak tahta çıkacak ve başkenti de Şam'a taşıyacaktı. İstanbul ile Boğazlar'ı bırakıyordu. Burası uzun zamandır Akdeniz'e bir çıkış yolu isteyen Ruslara verilebilir yada uluslararası bir komisyonun eline bırakılabilirdi. Cemal Paşa'nın devleti Asya Türkiyesi'ni, Suriye, Irak, Filistin ve Arap yarımadasını kapsayacaktı. Kendi egemenliğinde olmak üzere hem Ermeniler'e hem de Kürtler'e kendi yurtlarında özerklik tanınacaktı.
Öncelikle Günaydın,
Malaya zırhlısı 20 Kasım sabahının erken saatlerinde Malta açıklarındaydı. Silema şehrinin limanına demir atıldı. O tarihte çok değil daha önce üç bucuk sene kadar önce İstanbul'dan aynı adaya süngü zoruyla gönderilen sürgünlere yani Malta sürgünleri'ne ev sahipliği yapmış olan ve misafirlerini esir kapında yahut kalede ağırlayan Genel Vali Lord Plumer, Şahbaba'ya kral adına ''Hoşgeldiniz'' dedi. Tahttan ve hilafetten feraget etmediğini Lord' ada tekrarladı Şahbaba.
Öğle yemeği zırhlıda yendi. Sofrada üç kişiydiler: Vahideddin, Akdeniz Donanma Komutanı Amiral Sir Osmond de Beauvoir ve Genel Vali, Vahideddin'e ikametine tahsis edilen yere adadaki, İngiliz subaylarının lojman olarak kullandığı Pini kışlasına kadar refaket etti.
" Bakışlarındaki Akdeniz deli ediyordu beni. Hemen, "Aşk" demeyin buna sakın. Aşk tüm güzelliğine karşın insanı sınırlayan bir yan taşır. Bizim yüreklerimizde sınır yoktu. Aşk, yaşamı belirleyen çizgilerden yalnızca bir tanesidir. Bizim soluduğumuz ise yaşamın kendisiydi. "
Sildim kirpiklerimden yaşları yaşlanmaları
Tuz Gölü’nün ötesindeyiz
Kız Adası’na götürüyorum seni kırk yıl önce
Benim peribacalarımdan geçerek
Akdeniz denen o kabristana
Ki selvileri yosun
Mezarcıları ahtapotlardır
Martıların sırf sırtları görünür
Seni sevdiğime nev-işaret
Madem işte herşey olmadık bir hikaye
Niye olmasın niye
Ki basur-bâdelmevt denen şey aslında
Bir kafiyedir ama yarım bir kafiye. / SONE Şiiri , Doğan Kitap evi basımı Sayfa 15.
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım içinde onca insan, içinde dünya... Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum Ve bilmeyen sonsuzluk nedir, Haklı olan kim bu kargaşada? Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir Ucu bucağı olmayan bu çığlığın Ortasında nasıl barışılabilir? Anlamak isterim, hangi yasa Bir
Atatürk, Akdeniz'in ortasında bir akşam vakti, sevdiği eski bir sesin yankılarını duyunca hüzünlendi. Dalıp gitti. Plak bitince derin bir iç çekti ve yanındakilere, "Çocuklar" dedi, "gördünüz ya, bu kubbede kalan, meğer yalnız hoş bir sada imiş..."
"..Küçük bir refaha sahip olanlar için, tatlı ıstıraplarından başka kendilerini anlayacak kimseleri ve gökyüzünden başka ısınacak şeyleri olmayan adamın acılı hayatını alaya almak ve hatta bazen şiddetle eleştirmek ne kolaydır!.."
"..Ben bir çakıl taşı gibi çıplak ve parlak olmalıyım, çünkü koyun biraz yapağı tuttu mu hemen makas altına gider.
Çaresiz: Her servet haset yaratır, iştah uyandırır. İnsanın hiçbir şeyi olmamalı. O zaman dünyaya sahip demektir.."