Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
- Nazım HİKMET-
Dönüş yoluna,
Karların üzerine yine,
Adrenalinin tam ortasına,
Ufkun bembeyaz olduğu yerlerden,
Akdeniz'in masmavi ufkuna ve umuduna,
Güneşe varmanın gayretine,
Soğuktan sıcağa...
Mis gibi,
Kedi gibi,
Mırıl mırıl,
Şahane bir şarkı bırakıyorum ben...
👇👇👇
open.spotify.com/track/6QMZSbyrV...
👇👇👇
youtu.be/-uhKdm_0Fcw
Atatürk'ün Dumlupınar zaferi sonrası Türk ordusuna İzmir'i geri almak için gidilecek yönü belirtmek için neden ''Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!'' dediğini de buradan anlıyoruz. Türkler coğrafi olarak batılarında kalan yeri ak, beyaz olarak adlandırmışlar. bu da kitaptan bahse konu olan sayfanın görseli; i.hizliresim.com/jc8qjxz.jpg
bu da konuyla alakalı güzel bir makale; harita.gov.tr/uploads/files/a...
''Atatürk daha Akdeniz nerede Ege denizi nerede onun yerini bilmiyor. Orduya İzmir'i geri almak için; 'Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!'' diyor. Buradan da Atatürk'ün batının tuttuğu coğrafya bile bilmeyen bir insan olduğunu anlamalıyız. <--- bu da malum güruhu trolleyip sonra kahkaha atmalık malzeme. :D
Grekov Kafkayevski
@Grekov_Kafkayevski
·
11mo
Atatürk’ün altını çizdiği satırlar
Hiung-nu (Hunlar, Kunlar; Koyunlular) Türkleri, Çin İmparatorunu genel karargahında kuşatmıştı. O zaman Türk hakanı olan Mete, beraberindeki dört yüz kişilik bir atlıyı Türk örgütlenmesine göre düzenlemişti. Bu süvariler, atlarının rengine göre dört tümene ayrılmıştı. Bunlardan atları gök renginde olan tümen doğuda, atları kızıl renkte olan tümen güneyde, atları ak renkte olan tümen batıda, atları kara renkte olan tümende kuzeyde olmak üzere yerleştirilmişti. Demek ki askeri tabyalarda bile esas olan bu düzenleme keyfi değil, dinsel ya da sihirsel bir gerekliliğin etkisi altındaydı.