O sırada aklıma birdenbire parlak bir fikir geldi. Deli kıyafetine bürünmüş bir filozof olma ihtimali bulunan Aynalı Baba ile ciddi meseleler hakkında konuşmak istedim ve dedim ki :
-Sultanım! Sen, viranede gömülü bir hazinesin. Ben ise fesefeye susamış bir avareyim. Lütfen, ilminizden istifade etmeme izin verin. Verin elinizi öpeyim.
Büyük bir şaşkınlıkla:
- El öpmek? Niçin? dedi. İstersen konuşalım. Fakat konuşmaktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü kitap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar ne bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı sanatsal birtakım şeyleri... Fakat Hak ve hakikat hakkında ne bilirler? Hiç! Akıl yoluyla Hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek anlamak mümkün mü? Ne konuşalım harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi?
O anda, kendimi tuhaf bir halde hissediyordum. Koskoca bir medeniyetin, yedi bin yıllık insanlığın çalışması neticesinde ortaya çıkan bilgiyi önemsemeyen bu garip delinin sözlerindeki büyüklük, bende büyük bir küçüklük hissi uyandırdı.