İşin gerçeği şudur ki, göz aslâ gözü ve görüleni hakkıyla göremez; akıl aslâ aklı ve düşünüleni hakkıyla anlayamaz, his aslâ hissedileni hakkıyla idrak edemez.
"Hayvan gibi olamazsın. Çünkü hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar. Hâlık'ına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister fakat o his dahi gider. O elemden de kurtulur. Demek, en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlahiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan masum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir. Fakat ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler; senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür. Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar, at; hayvan ol, kurtul veya aklını imanla başına al, Kur'an'ı dinle. Yüz derece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi safi lezzetleri kazan!" diyerek onu ilzam ettim.
Sofie nin Dünyası
Ben kimim, nereden geldim, neden geldim, nereye gidiyorum .
Sadece ben miyim , peki sadece ben değilsem farkım ne ,özelliğim ne vb . Sorulara ve bu sorulara , tarihi ve özellikle edebiyatı bir vasıta kılarak açıklıyor.
Bütün bu sorulara bence "akıl" denilen baş öğeyi ve tecrübe denilen araç ve gereci katarak cevaplar bulmaya çalışıyor ve aslında buluyor da ...
(Herkesin inancına saygı duyarak ve herkesin inancı kendini bağlar babından yola çıkarak derim ki)
Lakin bana göre insanların yanıldıkları ya da öyle bilmek istedikleri asıl ve asil öge bizim Allah dediğimiz ve bize her gücün ve yaratılanın üstünde olan ve yaratılanların mutlak ve tek hakimiyeti olan O İlahi güç hakkında O nun istediği tarzda düşünmemesi ya da düşünememesi, - ki herkese akıl ve vicdan da verilmiş olmasına rağmen - akıl sahibi açısından eksik ve hatalı olarak telakki ediyorum .
Verilen örnekler beş duyu ve his açısından doğrudur, lakin akıl açısından, akla terstir .
Buna en güzel örnek Hz İbrahim AS dır.
Çünkü akıl ve sağ duyu ile O İlahi varlığı bulması bir akıl örneğidir .
Acaba yukarıdaki kahramanlar dediğim noktalara dikkat etmiş veya dikkat çekmişler midir?
Demek ki insan akıl ve vicdanla doğruyu bulabilir lakin her dönem bir rehbere bir muallime ihtiyaç duyar .
Bunlar benim düşüncem ve beni bağlar , herkesin de sorumluluğu kendine aittir .
Saygılarımla.
KK
Kemal Kartal Sofie nin Dünyası
Ben kimim, nereden geldim, neden geldim, nereye gidiyorum .
Sadece ben miyim , peki sadece ben değilsem farkım ne ,özelliğim ne vb . Sorulara ve bu sorulara , tarihi ve özellikle edebiyatı bir vasıta kılarak açıklıyor.
Bütün bu sorulara bence "akıl" denilen baş öğeyi ve tecrübe denilen araç ve gereci katarak cevaplar bulmaya çalışıyor ve aslında buluyor da ...
(Herkesin inancına saygı duyarak ve herkesin inancı kendini bağlar babından yola çıkarak derim ki)
Lakin bana göre insanların yanıldıkları ya da öyle bilmek istedikleri asıl ve asil öge bizim Allah dediğimiz ve bize her gücün ve yaratılanın üstünde olan ve yaratılanların mutlak ve tek hakimiyeti olan O İlahi güç hakkında O nun istediği tarzda düşünmemesi ya da düşünememesi, - ki herkese akıl ve vicdan da verilmiş olmasına rağmen - akıl sahibi açısından eksik ve hatalı olarak telakki ediyorum .
Verilen örnekler beş duyu ve his açısından doğrudur, lakin akıl açısından, akla terstir .
Buna en güzel örnek Hz İbrahim AS dır.
Çünkü akıl ve sağ duyu ile O İlahi varlığı bulması bir akıl örneğidir .
Acaba yukarıdaki kahramanlar dediğim noktalara dikkat etmiş ve
Demek ki insan akıl ve vicdanla doğruyu bulabilir lakin her dönem bir rehbere bir muallime ihtiyaç duyar .
Bunlar benim düşüncem ve beni bağlar , herkesin de sorumluluğu kendine aittir .
Saygılarımla.
KK
Üç kişi Kur’ân’ı ezberlediğini iddia ediyor ve bunun üzerine sen “deliliniz nedir?” diye soruyorsun. Birincisi: “Delilim, kurrâların üstadı olan el-Kisâî’nin [ö. 189/805] onayından geçmemdir” dedi. “Çünkü el-Kisâî hocama, hocam da bana onay verdiğine göre, ben de el-Kisâî’nin onayından geçmiş sayılırım” diye bir akıl yürüttü. İkincisi: “Delilim,
Çocuğun her hali yetiskini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir...
Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz...
Zira çocukluk dönemi "akıl"ile öğrenme dönemi değil "his"ile kişilik kazanma dönemidir.
Amerika’nın muhtelif üniversitelerinde görev yapan matematik Profesörü Jefri Lang İslam’a giriş hikayesini yazmış olduğu ‘Melekler soruncaya kadar‘ isimli eserinde derin felsefi düşüncelerle, ruhani duygular arasında ilk namazını şöyle dile getiriyor.
Müslüman olduğum gün cami imamı, bana namazın kılınışını açıklayan bir kitap verdi. Ancak
Sevim!
Son konuşmamızda yalan söyledim sana. Tüm kendimi inandırma çabalarıma rağmen pişman değilim seni tanıdığıma. Senin gözünden kendimi görmek isterdim. İleride bana benzemeyeceğin kesin. Ve hayatla daha sıkı doğrudan bir bağ kurabilen hırçın, yırtıcı, mutlu ve umutlu biri olacağın da...ki böyle olacağı için bir yandan acırken bir yandan da seviniyorum senin adına. Hayat böyle...
Bizi birbirimizle buluşturan bu rastlantı bile ne akıl almaz bir bilmece...Bu düşüncemin başlangıcında bile bizi saran his “yaşananların hiçbir kıymeti yok” denemeyeceğidir. Evet, yaşananlar...konuşulanlar...duygular...belki de evrenin karanlık bir dehlizindeki kusursuz bir bilince yansıyor...Ama görünen şu ki “gerçek” sıkıcı olduğu kadar acımasız da... Her insan gibi sen de göreceksin bunu! Zaman geçip gidecek ve kendi içine batmış bin bir aksiliğin yaşandığı bu coğrafyada hayatta kalırsan, yine de sararıp, kuruyup gideceksin sonunda. Bakmışsın ki ortalarına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış, ellerin bomboş... (NBC- Kuru Otlar Üstüne)
Her sayfasına ayrı ayrı değinilmesi gereken bir kitapla karşınızdayım. İlk bölümden son bölüme kadar değinilse inceleme için ayrı bir kitap daha çıkartılması gereken bu kitapta sizlere bölüm bölüm kısaca tahliller vermekten mutluluk duyarım.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
GİRİŞ
1. BÖLÜM:
Yazar bu bölümde daha çok kendi yaşamından
Yâ Rabbi! Bütün his ve fikirlerimizi, rızâ-yı şerîfin ile
te’lîf eyle! Akıl ve kalp nîmetlerini, Sen’in rızâna uygun
bir şekilde kullanabilmeyi bizlere müyesser kıl!..
Âmîn!..
Kendi küçüklüğüne bakıp günahlarını da küçük görmemeli! Kalbin karanlığından bir zerre, ruhun güneşlerini söndürebilir. Akıl, his ve kalp nefsin eline geçerse kayıp büyük oluyor. Kıymeti düşüyor insanın. Kıyameti oluyor.
"Gençlerin O'nu bilmesi ve tanıması bana göre çok daha önemlidir. Zira bir genç ancak O'nu bilerek, tanıyarak ve O'nun mesajını doğru algılayarak akıl ve kalbe baskın gelmeye çalışan, meşru olmayan his ve heveslerinin esaretinden kurtulur; yaradılışına uygun, doğru ve düzgün bir hayat rotası izleyebilir."
Bizi birbirimiz ile buluşturan bu raslantı bile ne akıl almaz bir bilmece,
bu düşüncenin başlangıcında bile bizi saran his, yaşananların hiçbir kıymeti yok denemiyeceğidir.
"... Atatürkçülük bir ilim ve bir heyecan sistemi olmaktan ziyade, bir ruh ve bir zihniyettir. bu ruh ve zihniyetin yapısı ise, his ve heyecandan ziyade, çağın akışına dayanır. milletin yaşadığı şartların, doğru değerlendirilmesine dayanır. geriye değil, ileriye, çağın ilkelerine yönelen, akıl ve mantık icaplarına uygun, bir dinamizme dayanır. bu, atatürk'ün fethedebildiği siperlerden bir adım geri atmadan, bir tanesini bile feda etmeden, çağın icaplarına ve hızına ayak uydurmak demektir. Atatürk'ün daha ilk günden başlayarak, daima <<her şey>> saydığı halk yararına yeni kanunlar, yeni organlar, yeni müesseseler peşinde koşmak demektir. işte Atatürkçülük budur. atatürkçülük, Atatürk'e dönüş demek değildir. Atatürkçülük, Atatürk'ün bıraktığı yerden, onu daha ileriye götürmektir ve bunun ölçüsü basittir: etrafımıza baktığımız, toplumun sesini dinlediğimiz ve ruhumuzun dileklerine kulak verdiğimiz zaman kendimizi, eğer hâlâ Atatürk'ün fethedebildiği sınırlar içinde buluyorsak, ondan sonra ilerlememişiz, hatta gerilemişiz demektir. eğer bulunduğumuz ve teneffüs ettiğimiz hava, onun bize sağladığından da geri ise, ona ihanet ettiğimizi düşünebiliriz..."