Gün kavurur anam bir tepside akşam ocağının en kuzguni vaktinde
Gölge dadaşır benimle birbirini geçen duvarların arasında
Mizansız kaba eller tartar aşları, elden ele eğrilirir akar gider sır suyu
Dağı sel ipinden dikilir heybenin, oysa bir avuçla kanar güğüm.
Heybe sırtlanır beni, en kuytu yerinden yamalarımı kırpar gölge
Kuzuların aklı kararır, otların kalbi söner ve ova yığılır kalır üstüme
Ve ben kasıtsız gölge olurum, şimdi dolaşıp dalaştığım ben olurum.
-Ahsen
bazen böyle olurdu, hayatını değiştirecek eşikte dikilir insan da, kendisini anca otobüs bekliyor sanırdı. sonra geriye dönüp baktığında, tabii geriye dönüp bakacak kadar aklı varsa, fark ederdi o eşiği.
X
Arabasına bindiğimiz zaman Prens:
-Bakın aklıma ne geldi, dedi, bir yere gidip bir şeyler yesek. Ne dersiniz?
-Bilmem ki Prens. Geceleri yemek yeme alışkanlığım yoktur.
Sabit, kurnaz bakışını gözlerime dikerek:
- Hem yer, hem konuşuruz, diye ekledi.
"Anlaşıldı, açık konuşmak istiyor!" diye düşündüm. Benim de istediğim buydu zaten.
Kendini gerçek dünyadan soyutlamış birinin iç çatışmalarının, kızgınlıklarının, kırgınlıklarının, başkaldırışlarının ve daha yaşadığı birçok duygunun anlatıldığı bu kitapta kahramanımız kırklı yaşlarından, gençliğine bir bakış atar ve onun kendi dünyasına '' yeraltına'' sığınmasının nedenlerini bir sohbet havasında
1)16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: "Belki de yakında himayeye muhtaç
Kamil insanlar dünya kötü olduğu için dünya sevgisinden vazgeçmiş değillerdir.
Onlar sadece aklı nefse üstün kılmışlardır. Zira dünya mükemmel bir sanatkârın eserlerinin sergilendiği yerdir. Fakat irfan sahibine kılavuz olan bir şey cahilin yoluna bir eşkıya olarak dikilir. Bu sanat eserlerini gören kimse ondan yüz çevirmemelidir. Zira onu ele geçirmek zor, elden kaçırmak kolaydır.
İnsan soyuna bunca iyiliği dokunan, yaşama anlam katan, gelecek nesillere bir umut aşılayan insanların hemen hepsi bilinmez; ama öte yandan güç kullanarak, yakıp, yıkanların, insan katliamına karar verenlerin yani fatihlerin tarihini herkes bilir. Bir saatin içindeki onca hüneri kendilerine borçlu olduğumuz insanlar, güç kullanmayı alışkanlık
"Bu küçük kitap, büyük bir savaş ilanıdır" diyen Nietzsche, Putların Alacakaranlığında'da, Batı aklını tarif ederek aklın nasıl tahrif edildiğini, tahrif edilerek insanlığı nasıl bir kumpasın içine tıktığını ifşa eder. Tarifi yapmak için en başa, o karanlık tortuyu kazıyarak, Antik Yunan'a döner ve burada karşısına Sokrates
Dış kaynaklı bir tehlike, sözgelimi çığ, müthiş bir fırtına, bir saldırgan vb. ile karşı karşıya kaldığınızda, ne yaparsınız? Biraz yürekli ve de aklı selim sahibiyseniz tehlike kaynağım uzaklaştırırsınız: ya çığın yolunda kalmamak için koşarsınız, bir yere sığınırsınız (ağaç altı olmasın!), ya saldırganın karşısına dikilir ya da kaçar sınız vb. Ne olursa olsun, tehlike kaynağını, elinizden geldiğince, kendinizden uzaklaştırmaya çalışırsınız. Peki, ama ya tehlike kaynağı tam içinizdeyse? Işte, dürtü tam da böyle bir şeydir. Gene aynı şeyi yapar, tehlikeyi savuşturursunuz, ama bu kez uzağa, dışarı bir yere değil, ama elinizden geldiğince içinizde uzağa atmaya çalışırsınız; sonra da tehlike olmadığı duygusuna kapıl mak amacıyla, bütün bunları unutursunuz; işte, bastırma, budur. Gerçekten de, devekuşu örneği ... Zaten bütün dertler de böyle başlıyor.
“Aysel ilk kez o akşamüstü umutsuzluğa düştü. İçinden, "Ne talihsiz kızmışım ben! Herkesin kızları okumak istemez, anaları babaları zorla okuturlar. Özel hocalar tuta tuta... Ben okumak isterim, karşıma ya babam dikilir ya annem. Şimdi de abim çıktı işte!.." diye ağlamaya başladı. Neden sonra annesi mutfaktan gelip, "Sus, baban böyle yumruk gibi gözlerle görmesin seni. Bir şey var sanır. Birine tutuldun falan sanır!.." deyince aklı başına geldi.”