Edebiyat, hepimizin bu sitedeki ortak gayesi. Kimimiz günlük dertlerimizden, telaşlarımızdan kaçmak, kimimiz merakımızı gidermek, kimimiz bakış açımızı genişletmek, kimimiz de boş zamanlarımızı değerlendirmek için edebiyat şemsiyesi altına sığınmışız. Zaman zaman kendimize "Edebi bir metin nasıl okunur?", "Doğru bir okuma yapıyor
"Edebiyat nasıl okunur?" Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bu konu hakkında incelemeyi okuyacaklara vaaz verecek kadar kendimi yetkin görmüyorum. Bu incelemede yazacaklarım, İngiliz Edebiyat Eleştirmeni Eagleton'ın düşüncelerinin bende bıraktığı izlenimler olacaktır.
Edebiyat hepimizin bu sitedeki ortak gayesi. Kimimiz günlük
“Sınır tanımayan bir zekâ, en büyük hediyedir insana.”
J. K. Rowling.
Bu sözleri dile getirirken kendisine mi atıfta bulunuyordu yoksa karakterlerine mi bilinmez fakat her iki çıkarımda aynı noktaya varmıyor mu zaten! Daha fazla sorgulamanın bir anlamı olmadığı gibi hem eserlerin hem de sahibinin hakkını hemen şimdi teslim etmek
Fazla uzatmayacağım :) “Bütün Hayvanlar Eşittir Ama Bazı Hayvanlar Daha Eşittir” sözü aklımda kalan en enfeslerinden. Koyunların her Okumadan geçmeyin diyeceğim türden bu kitap defasında Dört Ayak İyi, İki Ayak Kötü şeklinde melemesi de akılda kalanlardan :)
Hayvan ÇiftliğiGeorge Orwell · Can Yayınları · 2020245,1bin okunma
Kaçmak çözüm değildi, şehir şehir dolaştım.
Şimdi İstanbul'da başladığım yerde yakınırım.
Aklımda kalanlardan hep sakınırım.
Gönlümün dili susmaz, aklımla savaşırım.
Bilmem nere gider bu kaybedişler,
Olsaydı dedim bir haber veren,
Utanırım hep bana Arş'dan seslenenden,
Ölmek kolay değil derken doğru dermiş,
Anladım dediğini bir uçurumun eşiğindeyken...
Toplumcu gerçekçilik bir amaç uğruna ortaya çıkmıştır. Edebiyatta da bu amaca hizmet etmesi amacı güdülmüştür. Yani sanat, toplumsal gerçeği yansıtmalıdır bakış açısı hakimdir. Bu evrede de toplumsal gerçekçilik; ezilen, hor görülen, sömürülen ve mutsuz insanların geleceğe umutla bakmaları açısından Rusya’da sosyalizmle harmanlanmıştır. 19.
Kitabı 2 yıldır ki okumuş bulunuyorum. Aklımda yalnızca olayların akışı ve sonuç kaldı. Karakterlerin isimlerini sorarsanız hiç birini hatırlayamam. Kısaca aklımda kalanlardan özet geçmem gerekirse:
Elhan Elatlı`nın yaratdığı Kanbay Kasımlı adlı detektivi var. Çok az konuşan, insanlarla pek içli dışlı olmağı sevmeyen, her kesin pek sevemeyeceği karakter. Yine onun işi araştırmasıyla olayların içine giriyoruz.
Bir aileye gece misafir geliyor. Ve her şey bundan sonra başlıyor. Akşam iş dönüşü kadın eve gelince kocasını kapının önünde ölmüş görüyor.(Çok feci bir şekilde.) Misafirse ortalıklarda yok. Misafirin kim olduğunu da sorarsanız kocası ölen kadının erkek kardeşi... Kanbay Kasımlı ve polisler olayları araştırmağa başlıyor. Haliyle de detektiv ve polis arasında çekişmeler de yaranıyor.
İşin içine bi de yan komşular karışınca cinayet esrarengiz hal alıyor. Seçilmiş ceza ne demek derseniz? Sonu hiç ummadığınız şekilde sonuçlanıyor derim. Spoiler vermek istemiyorum ama okursanız çok şaşırıp, yazarın düşünce tarzına hayran kalacağınıza eminim.
Bir röportajında Ömür Hanımdan bahsederken gözlerindeki acıyı izlemistim Şükrü Erbaş'in ..
Bu kadar merhametli, bu kadar özverili, sabırlı bir kadın olabilir mi hiç demişti.. Gözleri dolu dolu yüzünde acı bir tebessümle Ne guzel ne derin bir sevgiyle anlatiyordu Ömür Hanımı..
Ölümün acıyla
dizelere dökülmesi.. içinde aşk.. ölüm.. kavuşma arzusu .. " Ölümü senden mi öğrenecektim
Soluğu canımdan çekilen kadın " " Ömür Hanım seni çok özledim, ben gelene kadar çürüme ne olur "
" Ömür Hanım iyi ki bende seninle yaşadım dünyayı " aklımda kalanlardan yuregime dokunan dizeler ve
okurken tutamadığım gozyasim .. Sanki karşısına geçtim Şükrü Erbaş'in onun ağzından Ömür Hanımı dinledim.. Sanki O mezar taşına dokunup birlikte gözyaşı döktük.. yaşadıkları evi hayal ettim gittim oturdum ömür hanımın eşyalarına dokundum sanki .. Ömür Hanımdan kalan solmus tülbentin kokusu geldi sanki burnuma .. O kadar yürekten hissettim ki Ömür Hanımı( Hatice ) ve Şükrü Erbaş' in acısını yüreğin var olsun Üstad.. Ömür Hanım Isiklar içinde uyu ve çürüme ne olur ...
Başlarda içine girmekte zorlandığım, ama adeta beni yavaş yavaş içine çeken bir kitap. Sezai Karakoç'u tanımak adına iyi bir başlangıç oldu diye düşünüyorum. Fikri zikri ne hoştu...
Bazı şiirlerinde çok tepkisiz kalmış olsam da, bazılarında çok güçlü bulduğum kısımlar oldu. Özellikle aklımda kalanlardan 12. şiiri; "işte o vakit çocuk doğuran kelime geldi" gibi şah mısralardan oluşan müthiş bir başlangıç, Hz. İsa'nın ismiyle karşılaşmadan onu bütün hücrelerinizde hissetmeniz, ve birden kaderi mutlak gibi karşınıza çıkmasının hazzı... Aman Allah'ım !
Yine okuduklarımın hayatımla dolaysız bağlantılı olduğunu düşündüren bir olay : ilk defa İzmir'e geliyorum, ve denizle ilk karşılaşmamda şu mısraları okuyorum : "çağır çağır o rüzgâr gelsin / Belki içinde bir fısıltı bulabilirsin / Denize yüklersin / O da kısır kadınlara veriversin / Ve deniz şu kıyısına indiğiniz / Hiç değişmesin / çağır çağır akşamı".
Ya miraç gecesini anlatan şiire (32.) ne demeli? "Ve dağıtın dostlara / Gök armağanı / Namazı / Beş kere / Günlük bir miraç gibi" sade ve şükür kaynağı.
Son olarak, 34. şiirinde: "Sen arıtacaksın / Bu kelimelerin lâvlarıyla / lânet volkanlarını / Sen devşireceksin menekşelerini / En yüce dağ doruklarında / Gözlerin kanatların / Gece secdelerinin / Muştu siperlerinin / İlk günlüğünü / Sen yayınlayacaksın / Sen kuracaksın / Seher çocuklarının / Tek kentini / Sen bildireceksin / Dünya geldi geleli / En önemli haberi". Daha ne kadar güzel anlatıla bilir son peygamberin mucizesi ...
"Yalnızım, evet, herkes yalnızdır, yalnızız. Bunun geçen asırdaki edebiyatı çok zengin. Hatta unutulmuş bir temdir, artık. Fakat unutulması halledildiğini göstermez. Bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor."
Yalnızız, Peyami Safa'nın son romanı. Ki bence sanatını ustalıkla gösterdiği bir eser olmuş. Kitabı öğretmenin