Yetmişlerine merdiven dayadıkları halde, bir çift boşanmak için mahkemeye başvurmuş. Hâkim yaşlı çifte sormuş:
“Bunca yılın ardından ne diye ayrılmak istiyorsunuz?”
Yaşlı kadın cevap vermiş:
“Hâkim bey, aslına bakarsanız bir ay öncesine kadar aklımın ucundan böyle bir şey geçmiyordu. Eşim bir gün bana mineçiçeği getirdi. Çiçekleri çok severim. Mineçiçeği aşırı su isteyen bir çiçekmiş ve kocam da düzenli aralıklarla eğer sulanmazsa çiçeğin solacağını söyledi. Ben kemik rahatsızlıkları olan biriyim. Her gece uykudan kalkıp çiçeği sulamam gerektiği halde, fark ettim ki kocam bir kez bile olsun, benim bu hastalığıma rağmen, gece kalkıp da bir zahmet çiçeği sulamadı.”
Hâkim kadını haklı bulmuş ama bir de adama sormuş:
“Söyleyecek bir şeyin var mı?”
Yaşlı adam cevaplamış:
“Eşimin anlattıkları kelimesi kelimesine doğru hâkim bey, tek bir şey dışında. Mineçiçeği tam aksine çok sulandığında ölür. Karımın kemik rahatsızlığının düzelmesi için düzenli egzersiz yapması gerekiyor. Ama eşim bunu yapmadığı için ben de bu yalanı uydurmak zorunda kaldım. 0 da çiçek ölmesin diye her gece kalkıp sulamak zorunda kaldı.
Her uyandığında ben de zaten uyanık olurdum. Eşim işini bitirip uyuduğunda gider çiçeğin suyunu boşaltır, hatta peçetelerle toprağını kuruturdum. Sonra da yatağa gelip, bana hayat kaynağı olan, canımdan çok sevdiğim eşimi doya doya severdim...”
Boşunaydı aklımın yön vermesi dümene,
Fırtına çabasını bıraktı pusulasız,
Ruhum dans ediyordu, sanki bir yaşlı tekne,
Gudubet bir denizde yelkensiz ve kıyışız!
GÜLŞİİR
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
İçinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi
Bugün kalbime ağır gelen bir şey öğrendim..
Öğrenmeden önce daha sakindim aslında, öğrendikten sonra derin bir iç çektim, ama içime çektiğim nefesi geri veremedim..
Biz insanlar neden aklımızı iyi işler yapmak için kullanmıyoruz ki?
Çiçekleri kısırlaştırıyorlarmış!
Sırf daha fazla para kazanmak için..
Neden bu kadar kötülük? Kaç yaşındayım,
Boşunaydı aklımın yön vermesi dümene,
Fırtına çabasını bıraktı pusulasız,
Ruhum dans ediyordu, sanki bir yaşlı tekne,
Gudubet bir denizde yelkensiz ve kıyısız!..
Böyle bazı durumlar oldu diyemedim sana. daha iyi olmadı hiçbir şey. gerçi bir süre sonra daha kötüde olmadığını fark edince çok da umrumda olmadı açıkçası. kaç kez seninle keyfe keder, neşeli durumlar yaşadım, yaşıyorumda.. lakin bir tarafımız hüzne daha bir meyilli olunca o taraftan kaybımız oldu hep. kafamı karıştıran şeyler var şu ara. sonsuz ayrıntılar takılıyor aklımın bir köşesine. biriciğin doğum günüydü. elbise dükkanına gidip bütün parayı vitrinde beğendiği elbiseye harcamıştım. akşamına bizim kartal ismail'i samatyada on paraya eski lokalde hesabına satınca ertesi gün gelip nasılsın diye sormuştu. anlardım sevdiğini.
Unutmak değil ama belki hatırlamamak mümkün demişti Muzaffer abi. Önceki gece eski fotoğrafları, mektupları, kuruttuğum çiçekleri yaktım.. Biriktirmeyi de sevmiyordum artık. Bir daha yan yana olamayacağın insanlar ile aynı fotoğraf karesinde yıllarca kalabilecek olmak pek sevimli değildi benim için artık. Uzansam uçurum, böyle dokunsam ateş yani. Bir boşlukta dağ yarıyorum sanki anasını satayım. Hani ateşten gömlekler giymişim sanki, kızıl ormanların dikenli güllerin arasından geçiyorum yani. Böyle bilinçsiz, amaçsız, yolların ortasındayım sanki. Aldanacağım kokuların, böyle vücutların arasından geçiyorum.
hani otuz yıl oldu lakin her saniyesini için için kaynayan gizli bir coşku ile yaşayarak geçti benimkisi. binlerce çocuk, bir o kadar gülüş, yüzbinlerce düş geçti içimden. ne yalan söyleyeyim geriye dönüp bakasım bile yok. bir sana aldanıyorum, bir de gülüşüne. ne seni, ne de kendimi affedebilirim.
Doktor’la Gül odada yalnız kaldılar. Doktor reçete kağıdını ve kalemi Gül’ün önüne koydu.
— İlaçlarını sen yaz Gül.
Gül şaşkınlıkla doktorun yüzüne baktı. Gülümseyerek onu yüreklendirdi doktor.
Gül, en güzel yazısıyla yazmaya başladı:
1- Babam akşamları sadece televizyon izlemesin.
2- Annem, beni başka çocuklarla karşılaştırmasın.
3- Bir kedi istiyorum.
4- Savaş olmasın, çocuklar ölmesin.
Boşunaydı aklımın yön vermesi dümene,
Fırtına çabasını bıraktı pusulasız,
Ruhum dans ediyordu, sanki bir yaşlı tekne,
Gudubet bir denizde yelkensiz ve kıyısız!
Gül Şiir
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim,
GÜL ŞİİR
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak