Fakat bu insanlar, kişiliklerinin çift varlığını unutuyorlar. Yalnız tek kişiliğe sahip olduklarını düşünerek, kendi kişilikleriyle diğerini karıştırıyorlar, bu öncülden hareketle, akıp gitmiş bir sürü yıllar yaşadıklarını sanıyorlar.
Kulaklarını çevreden gelen seslere tıkamış, tele-ekrandan dökülen saçmalıkları dinliyordu. Söylenenlere bakılırsa, çikolata tayınını haftada yirmi grama çıkardığı için Büyük Birader'e minnet gösterileri bile yapılmıştı. Winston, elinde olmadan, daha dün çikolata tayınının haftada yirmi grama düşürüleceği açıklanmamış mıydı, diye geçirdi aklından. Nasıl oluyordu da, üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden kabullenebiliyorlardı bunu? Evet, kabulleniyorlardı işte. Parsons hayvanca bir aptallıkla kolayca kabulleniyordu. Yan masadaki, gözleri görünmeyen yaratık bağnazlıkla, körü körüne kabulleniyordu; çikolata tayınının daha geçen hafta otuz gram olduğunu ileri sürecek herkesi ortaya çıkarıp ihbar edecek ve buharlaştıracak kadar gözü dönmüştü.
İrkilerek uyanıyorum ve kendime "Ah, bu sadece bir rüya!" diyorum ve daha ağırlaşmış göz kapaklarımı açmaya fırsat bulamadan, etrafımı saran bu iğrençlik içinde, hücremin rutubetli ve ıslak tavanında, gece lambanın soluk ışıklarında ve kıyafetimin kaba kumaşında, süngüsü zindanın duvarlarını ışıtan nöbetçi askerin hüzünlü yüzünde yazılı olan o ölümcül kaderin kulağıma fısıldayarak şöyle seslendiğini duyuyorum: "İdam mahkumu!"