"Oysa gerçekte onu yalnızca mektuba bağladığı umut ayakta tutuyordu. Bitkindi, uykusuzluktan kemikleri sızlıyordu."
Albay iç savaşta Cumhuriyet'i korumuş savaş bitiminde rejim tarafından emekliye sevkedilmiş, emeklilik haklarının verileceği söylenmiş, on beş yıldır o emeklilik aylığını bildiren mektubun gelmesini bekliyor. Bu süreçte oğlu vurulan Albay bir yandan her cuma postadan gelecek mektuba umut bağlarken diğer yandan oğlunun yadigarı dövüş horozunu satıp satmamaya karar veremiyor.
Bağırsaklarından rahatsız olan Albay'ın karısı da astım hastası. Kontrole gelen doktor durumlarını bildiği için ücretsiz muayene ediyor, horoz dövüşünce kazandığın parayla ödersin diyor. Şehirde bir yandan sokağa çıkma yasağı devam ederken, haberler sansürleniyor, büyük başlar paraları götürürken alt tabaka fakirliğe mahkum yaşıyor. Albay evdeki son mısırları da horoza verdikten sonra ne yapacaklarını düşünüyor, horozu satarsa belki bir miktar daha idare ederler, fakat oğlunun hatırına dövüşe çıkarmak istediği horozu satmaya da gönlü elvermiyor.
Çaresizliği, gelecek olan paraya bağlanan umudu, insanlara karşı mahcubiyeti, unutulmuşluğu, sonbaharın verdiği rahatsızlığı dokunaklı bir şekilde hissettiriyor Marquez. Albayın karısı ile olan konuşmaları, dertlere çözüm arayışları, uykusuz geçen geceler, hastalığın verdiği ölüme yaklaşmışlık hissi oldukça başarılı aktarılmış. İsminden dolayı hep merak ettiğim Albaya Mektup Yok kitabını severek okudum ve gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.
"Umut karın doyurmaz," dedi kadın.
"Karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar," diye yanıtladı albay.