Kitabın kapağını kapattıktan sonra kendimi nasıl yani bitti mi şimdi, keşke daha önce okusaymışım gibi cümleleri kurarken bulmakla kalmayıp bir tık ötesine geçip Şermin Yaşar ile bir çay, kahve içsem neler konuşuruz kim bilir, ama ilk olarak galiba yahu kadın ne yiyip içiyorsun da bu öykülerin hislerini bu kadar güzel geçiriyorsun diye sorardım herhalde gibi konuşmaların hayalini kurduğum doğrudur.
Birbirinden farklı 19 öykünün bulunduğu kitap, yalın, akıcı, sıcak, samimi ve o kadar içimizden öyküler ki birinde olmazsa bile mutlaka diğerinde kendinizden, deneyimlerinizden, hayatınızdan bir şeyler buluyorsunuz. Bazen kendinizi dertlerinizi küçümserken buluyor, bazen de aynı satırları okurken birden fazla duygu dünyasına geçiş yapıyor aynı anda hem nasıl sinirden deliye dönülüp hem de nasıl gülümsenebildiğini görüyorsunuz. Özellikle son bölümde eşi Nedim Bey’in vefatından sonra geçen kırk günü öyle bir anlatmış ki söylediği her kelime, kurduğu her cümle yüreğinize ok gibi saplanıyor, boğazınız düğümleniyor, üzerinize ölümün ağırlığı gelip çöküveriyor ve sözün bittiği yer burası galiba diyorsunuz.
Öykülerin hepsi birbirinden güzel birini diğerinden ayırmaya gönlüm razı değil, sanki birini diğerinden ayırsam öbürünün hatırı kalacak gibi olsa da Vecdi Enişte’nin nasıl çiçek açtığını hayatım boyunca unutmayacağım.