Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Mavi… Tüm renklere can üfleyen yaramaz çocuk, yaşamın rengi, tadı, cazibesi velhasıl ta kendisidir. Rengini yitirmiş bir yaşamak neye yarar?
O-Çolak Salih- savaşı sırf Niko ile karşı karşıya gelmek için sevmiş, benimsemiş, kaşık tutmaktan aciz sol elini sırf bu umut uğruna uçan kuşu zımbalayacak hale getirmişti. Hayatın yerini alan bu hırslı umuttan bu yana yıl geçti. Salih-gerçi- bu arada bu savaşın ne olduğunu, ne için olduğunu adı gibi anladı, bekledi. Ama yine de ona öyle geliyordu ki, Akşehir'in tuzunu, ekmeğini, suyunu, havasını, mor menekşesini, kaydırak taşlarını paylaştıktan sonra "Pontus" diyen ve Salih'lere, Ali Emmilere, Ruziye'lere karşı silaha sarılan Niko ile silâh silâha karşı gelmeden savaş biterse, zaferin tadı olmayacaktı.
Sayfa 349Kitabı okudu
Reklam
Bu arada Kuvâyı Milliye propagandacıları Akşehir'den Ali Emmi'nin seçilmesini istiyorlardı. Bu düşünce kendisine açıldığı gün Ali Emmi önce şaşırdı, sonra da üzüldü. Bunu açıkça söylemeden yapamadı. "Kusura bakma Binbaşım ya, olacak iş değel bu. Bula bula beni mi buldunuz?" Binbaşı biraz sertçe: "Ne demek bula bula seni bulmak Ali Emmi?" dediyse de Ali Emmi aldırmadan cevap verdi: "Ne demek olacak hay herif? Ben bi garip ümmüyüm; Topal Salim'in kahvede bilem iki lafı biraraya getiremem. Varıp da koca Meclis'te mi konuşacan? Hem de harp darp üzerine, devlet millet üzerine ha?.. Neredeyse, zevklenecek adam mı bulamadın deyecem.. üstelik bi de yaş yetmiş iş bitmiş!.." Binbaşı bıyıklarını dişleyip duruyor, ne diyeceğini bilemiyordu. Mırıldandı: "Amma Ali Emmi senin bunca emeğin geçti bu işe. Bu kadar çalıştın, bir sürü tehlikeyi göze aldın." Binbaşı, Ali Emmi'nin gözündeki bütün ciddiyetini kaybetmişti. "Kak ülen sen de.. Çolak Salih benden çok çalıştı. Maksadınız mükafat dağıtmaksa ona gidin, benden önce. Yoksa siz her dediğinize eyvallah deyip susacak adam mı ararsınız? Muradınız buysa da yanlış kapı çaldın oğul. Hem sen bana de bakayım; neye Reis Bey'e başvurmazsınız?"
Sayfa 287Kitabı okudu
Ne diyordum? Her şey olur o gün, boş bulunmaya gelmez. Demeyi unuttum, cumaya Salih de üç beş arkadaşıyle gelecek, bizim çeteci Salih. " Ali Emmi daha da keyiflendi. Salih artık çeteci Çolak Salih olmuştu. Çünkü haberci olarak gittiği Afyon'da allem edip kallem edip Çete Reisi Haydar Bey'i kandırmış, onunla kalmıştı. Haydar Bey de ondan pek memnundu. Bir tanıdıklarına: "Deli bu Salih," demiş, "olmayacak işleri ben yaparım diyor, işin tuhafı, yapıyor da..."
Sayfa 212Kitabı okudu
Memâlik-i Osmaniye.. Osmanlı Devleti... Lâftı bunlar, laftı artık. Minas, Ligor, Çerkez Reşid... Evet hepsi de birbirlerine kolları ile bağlıydılar, Salih de kollarının arasında ve kol atmıştı... Ama Ali Emmi'nin var sandığı o şey yoktu artık. Hilalin ortasında bir Salih vardır; tek kollu, yüzü paçavraya dönmüş bir Salih, dünyası çökmüş bir Salih!.. Şimdi artık Salih'ten beter veya Salih'ten bir parça iyi bir şey yoktu, tıpkı Salih gibi bir şey vardı. Tıpkı Salih gibi kolu kanadı kırılmış, dünyası yıkılmış bir şey. Adı ne idi bunun? Adı bile yoktu. Önce bunun adını koymalıydı da, yanılacaksa ondan sonra yanılmalı, bir şey yapılabilecekse ondan sonra neler yapılabileceğini düşünmeliydi. Ve Salih ne bu "Şey"in adını, ne de kendi adını bilebiliyordu. Bunları daha uzun zaman kasaba da bilemeyecekti. En kolayı, yani Salih'in adı bile uzun zaman kararlaştırılamayacak, ona kimi "Pantollu Salih" diyecek, kimi "Deli Fadiğin Salih", kimi "Niko'nun Salih", kimi de "Yüzsüz Salih" veya "Çolak Salih" diyecekti ve Salih kendisine bir "Gazi" diyeni ömrünün sonuna kadar bulamayacaktı.
"Yenildik dediler," diye tekrarladı. Hüzün sesini yumuşatmıştı. Gülümsedi. "Paydos der gibi." Yine gülümsedi. "Hani bayram yerinde salıncakçı; yandııı der ya.. tıpkı onun gibi; harp bitti dediler. Bir de baktık ki bizde ne kol kalmış, ne kanat. Hafız'ın oğlu Demirci Salih, Çolak Salih olup çıkmış. Sen olsan nişlersin? de bakalım şimdi Ali Emmiiii?" Gülüyordu: "Surat da kalmamış. Anamın halini bi gör." Ihlamuru yeniden dikti: "Padişahım çok yaşa!.." Ona bakıyor ve susuyorlardı. Çeşit çeşit bakışlar ve çeşit çeşit susuşlar. Salih şapşal bir gülüşle: "Padişahım çok yaşa," diye tekrarladıktan sonra alçak bir sesle ilave etti. "Ama böyle bir bağırma istiyor insan. Padişahım, madişahım.. ne olursa olsun bi şey için, biri için 'Çok yaşa' diye bağırmalı insan... Pek hoş oluyor yani.. kol bacak gitse de!.."
Reklam
Bazı sabahlar, kitaplarımdan ayrılasım gelmiyor, evet. Karşıdaki yeşil bayıra bakarak ve mütemadiyen odanın müziğini dinleyerek yaşamak, fani lezzetlerin en büyüğü. Dışarıda hayat varmış, çağırıyormuş! Kitaplarıyla mutlu olmayı öğrenmiş birini hangi dünya saadeti kandırabilir?
Sayfa 105Kitabı okudu
Kitaplar sadece okumak için değil,birlikte yaşamak içindir.
Sayfa 104Kitabı okudu
Ecevit ve Milliyetçilik
18 yaşında bir lise öğrencisiyken yazdığı “Tuna” şiiri Türkçü-Turancı görüşleriyle bilinen Gök-Börü dergisinde yayımlanmıştı. İstiklal mahkemeleri reisi Kılıç Ali'nin oğlu, okul arkadaşı Altemur Kılıç şiirin yayımlanmasına aracılık etmişti. Şiirdeki “Sor Tuna'ya nedendir bu ağlayışı, Kıyılarındaki Türk kalelerinden, Rüyasında bir TÜRK'ün aksi durunca” gibi ifadeler, milliyetçi temalar ve söylemler içeriyordu. Ecevit Adında Biri Yahut İkinci İsmet İnönü adıyla yayımlanan bir kitabın “Üçüncü Sınıf Bir Şair” başlıklı bölümünde bu dizelerden hareketle Ecevit'in tutarsız olduğu ileri sürülüyordu. Ecevit şiir yazdığı dönemde milliyetçi eğilimleri olan bir gençti. Ancak onun milliyetçiliği Türk milletinin kültürel bakımdan diğer milletlerden daha aşağı olmadığını fakat hak ettiği yaşam düzeyine erişemediğini savlayan bir milliyetçilikti. Kendi ifadesiyle milliyetçiliği, Türk'ün aşağılanmasına karşı duyduğu tepkiden ileri geliyordu. Köylülerin utana sıkıla “Kusura bakma beyim, biz Türk'üz aklımız ermez” deyişlerinden etkilenmiş ve milliyetçi olmuştu.
Sandık
Baba evinde, geleceğin bir hülya gibi duyulduğu günlerin birinde çeyizini yerleştirmeye durduklarında, annesi önce bir taş koydu sandığın dibine. "Yerinde taş gibi ağır ol, kalıcı ol." dedi. Ve bir kalıp sabun. "Geçimin kolay olsun, güzel olsun, talihin pak olsun. Sonra, bütün eşya boşaltılsa bile tükenmeyecek, asla eksilmeyecek bir şeyler kattı çeyizlerin arasına. Zor günler için biraz sabır, bir miktar tahammül, odaları ışıtacak bir avuç gülümseme, kâfi derece de yaşama sevinci, yalnızlıklarda işine yarayacak birazcık iç huzuru ihtiyaç duydukça elini uzatıp alabileceği bir tutam gönül aydınlığı.
Reklam
Bakmak, uzaklara dokunmaktır, diyordu şair; bakarak dokunurduk, bilgiye, uzaklara ve aşka. Biz zaten, hayata uzaktan bakanlardık, karatahta çağının suskun çocukları.
Eşyaların dili…
Şefika Hanım da Muhlis Bey'e bir çift bardak göndererek şöyle bir cevap yazar: "Muhterem Muhlis Beyefendi, Mektubunuza ve benim için çok değerli olan hediyenize çok teşekkür ederim. Ben de size bir çift mavi bardak gönderiyorum. Mavi, sadakatin rengidir. Bardakların biri içini göstermez, dışa kapalıdır. Evlilikler acı ve tatlı sürprizlerle doludur. Evliliğimiz süresin- ce yaşayacağım sıkıntıları ve aile sırlarımızı tıpkı bu içini göstermeyen bardak gibi içimde saklayacağım. Diğer bardak ise billur gibidir, içini gösterir. Sevinçlerimizi, güzellikleri ve mutluluklarımızı ise bu bardağa koyacağım ki herkesle paylaşabilelim diye. Size huzurlu ve saadet dolu bir evlilik yaşatmak için elimden gelen her şeyi yapacağıma emin olabilirsiniz."
Eşyalarda konuşur !
"Muhterem Şefika Hanım, Lamba aydınlık demek. Aydınlıksa mutluluk demek. Size bir ömür boyu mutlu bir evlilik vaat ediyorum. Lambaların üzerindeki bahar dalları kadar taze kalacak size olan sevgim. Bahar dallarının üzerindeki kuşlar kadar hür ve huzur dolu bir hayatınız olacak benimle birlikte. Bu lambaları, size olan hislerimin sembolü olarak muhafaza ediniz lütfen."
Susmaların, eksik kalmış sözlerin ve konuşulmayan ne varsa işte onların arasında, bütün eksikleri tamamlar gibi, daima sıcak, karanfilli, adamakıllı râyihalı. Şimdi cümlenin burasında, masaya yakut bir pırıltıyla iniyor yavaşça, çay!
826 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.