Eşi ölmüş bir dul kadın olabilirim, hiç evlenmemiş veya evlenip boşanmış da olabilirim.
Flört de edebilirim.
Bir anne olabilirim ya da olmamayı tercih edebilirim.
Mini etek giyebilirim ya da türban takabilirim.
Gece dışarı, sabah koşuya, tek başıma tatile çıkabilirim, günlerce evimden adım atmayabilirim.
Çalışabilirim ya da ev kadını olabilirim.
Denize bikini ya da tesettürlü mayo ile girebilirim.
Herhangi bir dine mensup olabilir ya da hiç bir dine inanmamayı seçebilirim.
Sırf keyfim istiyor diye muhteşem yemek yapabilirim ya da canım istemiyor diye hiç yemek pişirmeyebilirim...
Ben eteğimi değiştirmeyeceğim, etek giydim diye aranıyorum sanan kişi sen kafanı değiştireceksin.
Evli değilim “başımda bir erkek yok” diye gece eve geç geldiğimde perdenin arkasından cık cık yaparak beni gözetleyen komşu, sen perdeni kapatacaksın.
Denizde beni süzen kişi , ben denize girmekten vazgeçmeyeceğim sen önüne döneceksin.
BİZ ÖNCE İNSANIZ...!
Tüm kadınlar adına sesimi yükseltiyor ve ben de sizi davet ediyorum.
~
Alıntıdır
*Kanuni Sultan Süleyman’ın aklına takılan ve onu yoran bir soru vardır.*
Çok güçlü bir duruma getirdiği Osmanlı Devleti’nin akıbetini hayâl eder, *günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?”* diye..
Bu sorunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk alimi Yahya Efendi’ye Sadrazamını gönderir.
Sadrazam gider, sorar
23 yaşlarında..
Ayakları doğuştan tutmamış değneklerle yürüyen bir genç geldi..
Kıl dönmesinden arka tarafı iltihap dolmuş...
Yarasına iğne yaptım bir taraftan temizliyorum... Bir taraftan da gence manevi bir şeyler vermek ve tebliğ yapmak istedim..
Çok ta neşeli bir genç... Hiç depresyon alâmeti yok. Şikâyet yok. Dedim "doğuştan mı
1980’lerin başında, İrlanda kırsalındayız. Küçük, isimsiz bir kız çocuğu, kendi ailesi tarafından daha önce hiç tanışmadığı çocuksuz Kinsella çiftine bırakılır. "Emanet çocuk," yeni ve geçici evindeki ilk günlerinden itibaren kendi iç dünyası ve duygularını tanımanın yanı sıra, aile ve ev denilen şeylerin daha önce hiç tecrübe etmediği olanaklarını, özellikle de dalgalı yaşam denizindeki yol göstericiliğini ve iyileştirici yanlarını da keşfetmeye başlar.
Claire Keegan Emanet Çocuk’ta, bir kız çocuğunun gözünden İrlanda’nın yemyeşil vadileri ve parlak gökyüzüyle bezeli pastoral yaşamını, hırçın rüzgâr ve dalgalarla falezler misali yontulmuş taşra insanlarını son derece dokunaklı ve yalın bir dille anlatıyor.
Emanet Çocuk’ta görkemli bir dizi biçimsel güzellik, derin ve verimli bir yetenek tarafından resmediliyor. Claire Keegan, okuyucuya basit hikâye diye bir şey olmadığını ve sanatın insan yaşamı için ne kadar elzem olduğunu hiç unutturmuyor. Keegan doğru kelimeleri seçme konusunda heyecan verici bir içgüdüye sahip; yaşamın sonsuz ihtimallerine ve kesinliğine karşı sabırlı bir özen göstermekte ise son derece mahir. (Arka kapaktan alıntıdır.)
Başta dedim tamam, aile olmayı beceremeyen, çocuklarını yük olarak gören sorumsuz bir anne ve babanın çocuğu bu emanet çocuk. Bir aileye geçici olarak emanet ediliyor. Sonunda da aile çocuğu çok sever ve çocuk onların çocuğu olur falan diye bir son da tahmin ettim. Fakat hikaye başlarda iyiyken sonu çok karışık bitti. Hâlâ anlamadım sonunu...
Neyse, okuyacak olanlara şimdiden iyi okumalar dilerim :)
Emanet ÇocukClaire Keegan · Jaguar Kitap · 20212,409 okunma
''Türkiye, öğrencisi tarafından öldürülen İ. O'ın olayıyla sarsılırken, benzer bir olay bu kez Elazığ'da yaşandı.
8'inci sınıf öğrencisi A. B., kendisini kopya çekerken yakalayan öğretmeni A. K'yı bacağından bıçakladı.
Öğretmen öğrenciye bir şey diyemez oldu, bırakın dayak atmayı şiddet uygulamayı biraz sert çıksa, ikaz etse şiddete maruz kalıyor.
Bizim zamanımız da bırakın öğretmene el kaldırmayı sokakta görsek yolumuzu değiştiriyorduk.
Şiddete hepimiz karşıyız ama, öğrenci de öğretmenden korkmalı kimse kusura bakmasın.''