Ben hayatımın anlamını bilmek istiyorum, ama benim hayatımın sonsuzluğun bir parçası olması ona bir anlam vermek şöyle dursun, mümkün olan her türlü anlamı da ortadan kaldırıyor.
“Kimse birbirini anlamak istememekte, herkes kendi tarafının inancını, öğretisini bir dövme gibi zorla karşısındakilere kabul ettirmek peşinde koşmaktadır.”
Her aşk bir türküdür bağrımda
Her öfke bir ağıt
Ağıtlar kuşatmış dört yanımı
Kendi türkülerimi haykıramıyorum
Şarkılarla süsleniyor ufuklar
Yüreğim patlıyor dağbaşlarında
Yüreğim
Sancımı duyar mısın yaralarında
Kuş seslerinde yas ezgileri
Şarkılar sabır ve çile makamında
"Bu bir kaçış, yaşamdan kaçış ve ben bunu ilk kez yapmıyorum. Beni vaktiyle liseye götürdükleri günü anımsıyor musun? Sınıfa ilk girdiğimde tanımadığım altmış oğlan merakla, kibirle, gülerek ve şaşkınlık içinde bana bakınca o zaman da kaçıp eve gitmiştim, bütün gün ağlamış ve okula dönmek istememiştim. Ben bugün hala o günkü çocuğum, aynı aptalca korkularım var ve de sizlerin, beni seven herkesin çılgınca özlemini çekiyorum."
"Başımı alıp gitmek istiyorum," cümlesi kim bilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze. Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başlarını götürmeyi başarabilmişler midir? "Tebdil-i mekanda ferahlık vardır" diyenler, aslında "tebdil-i kan"ı mı kastetmişlerdir?
Üzüntü geçer, çok acıtır bazen evet, çok yorar, hırpalar, dağıtır. Ama geçer. Er veya geç geç, geçer. Keder ise bir kez yapıştı mı insanın paçasına bırakmaz. Ruhuna, kişiliğine, yüzüne; her şeyine siner insanın.