Bir Martıyı Ağlattın Sen
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudaklarin etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
26 Kasım
Bazen kendi kendime şöyle diyorum: Bu alınyazısı yalnız sana vergi. Senden başka herkes mesut. Hiç kimse böylesine acı çekmemiştir. Sonra eski bir şairi okuyorum ve kendi kalbimin içini görüyormuş gibi oluyorum. Derdim çok büyük. Benden önce bu kadar çok acı çeken olmuş mudur acaba?
Evet, insanın başına öyle çılgınca, öyle akıl almaz düşünceler saplanır ki, bu düşüncelerin gerçekleşeceğine enikonu inanmaya başlar... Dahası var: Eğer bu düşünce çok güçlü ve tutkulu bir isteğe dayanıyorsa, çoğu zaman yazgının hazırladığı, alınyazısı gibi, gerçekleşmemesi olanaksız, kaçınılmaz bir şey gibi görünür! Belki de bu önsezilerin bi bileşimi, istencin olağanüstü bir çabası, imgelemin doğurduğu bir zehirlenme ya da buna benzer bir şeydir... Neyin nesi olduğunu bilmiyorum ama o akşam, ki o akşamı ömrüm oldukça unutamam, başımdan mucize gibi olay geçti. Aslında matematiksel olarak kolayca açıklanabilir ama ben yine de bunu bir mucize sayıyorum. Peki ama o kesin duygu, nasıl olmuştu da uzun zamandan beri içimde böyle derin, böyle güçlü bir biçimde kök salmıştı ? Kafamı hep bu soru kurcalıyordu. Ayrıca, şunu bir daha belirtmek isteri, bunu bir rastlantı olarak değil, başıma gelmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görüyordum!
KİM BİLİR
İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.
Alınyazısı hepsi.... Kısmet....
Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün,
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?
İşte Sanaubar, Hasan'ı 1964'te, soğuk bir kış günü bu küçük kulubede doğurmuştu. Ben annemi doğum sırasındaki aşırı kanama yüzünden kaybetmişim, Hasan da annesini bir haftalıkken kaybetmiş. Çoğu Afgan'ın ölümden de beter dediği bir alınyazısı yüzünden: Kadın, gezgin bir şarkıcı ve dansçı kumpanyasıyla kaçmış.
"Kader ya da alınyazısı gerçek midir emin değilim. Ama sana şunu diyebilirim ki bazen umut ettiğin tek şey, seni sinir etmeye niyetlenerek kapıdan içeri girebilir. Yine de bir şekilde idare edebildiğini görürsün."
Alınyazısı güçlülere ve zorla sokulur. Tek bir kişiye yıllar yılı kul köle olur. Caesar, İskender ve Napolen'lara; zira o kendisine benzeyenleri, kendi gibi ele avuca sığmaz ve akla sığmaz kişileri sever.
Fakat kimi zaman, ancak pek uzun aralarla ve tuhaf durumlarda, önemsiz birine kendini bıraktığı görülür. Evet, kimi zaman -bu an dünya tarihinin en şaşılacak anlarıdır- ipi sadece titrek bir saniye için, çok önemsiz birisinin eline geçer. Fakat böyle kişiler, yiğitlikler yüklü dünya oyunu ortasında kendilerini buluverince, sorumluluklar akıntıları içinde mutlu olmaktan daha çok korku duyarlar; elleri arasında buluverdikleri alınyazısı yükünü titreyerek bırakıverirler. Böylesine bir olanağı sımsıkı çekerek kendini de yüceltenlere pek az rastlanır. Zira yücelik önemsize sadece tek bir saniye kendini bırakır, bunu elinden kaçıranı ise asla bağışlamaz ve bir ikinci defa ona yüz vermez.