İsmail (aleyhisselam), babasının yükünü hafifletmek, duygularını rencide etmemek için onu hedefine götürecek en yakın ve emin yola irşad etti ve dedi ki,
"Babacığım! beni bağla, bağlarken de sıkı bağla ki çırpınma imkanı kalmasın. Elbisemi de soy ki üzerine kan sıçramasın. Çırpınırsam belki ecrim azalır; annem kanımı görürse daha çok üzülür, ona baktıkça daha çok ağlar, onu gördükçe gözyaşlarına hakim olamaz; her seferinde üzüntüsü ve gözyaşları tazelenir.
Bıçağını iyi bile ki; rahat kessin, benim için de kolay olsun. Şüphesiz ölüm çok şiddetlidir; gelişi derin acı verir.
Anneme selam söyle. İstersen gömleğimi ona götür; üzüntüsünü yatıştırır, uğradığı acıyı hafifleştir, kendisine yavrusundan bir hatıra olur, arayıp da beni bulamadıkça, ona bakıp da onda beni bulur, onu görür, ona sarılır, onu koklar, onunla teselli olur."
Artık göz yaşlarını tutamaz hale gelen İbrahim (aleyhisselam), oğluna sarılarak, "Yavrum! sen Allah'ın emrini yerine getirmede ne iyi bir yardımcısın" diyor; onu öpüyor, birlikte göz yaşı döküyorlardı. İmtihan büyüktü; imtihan edilenler de büyüktü.
Daha sonra Hz. İbrahim, yavrusu İsmail'i (aleyhisselam) sıkıca bağlayarak yan tarafına yatırdı. Bıçağı kavradı. Ancak eli varmıyordu. Gözleri İsmail ile bıçak arasında gidip geliyordu. O, beşerdi ve bir babaydı. Hem de güzeller güzeli, hayır ve faziletle dolu bir çocuğun babasıydı...
Emri kendisine veren, her şeyden büyüktü, O'nun rızası her şeyin üstünde idi...